15 Aralık 2010 Çarşamba

Hey Geri Zekalı!

Sen şizofrenik, aptal, geri zekâlı, sapık ruhlu, birisin. Hayal dünyada başka başka kişiliklere giriyor, bazen bir kadın oluyorsun bazen bir dönme; bazen erkekliğe yakışmayacak bir karakter. Ruh halin berbat, birbirine uymayan iki çarpık paragraf yazıyorsun, kendini bi bk sanıyorsun! Senin sapık ruh halin hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Yalnız kalmış bir zavallısın. Kimin ne yaptığı ne yazdığı seni neden ilgilendiriyor bu kadar? Kategori (blog) manyağı olmuşsun. Senden başka bir iki manyak daha var kendini bir bk sanan. Siz söz konusu sitenin yüz karası sapık ruhlu psikopatlarısınız. Dün, ben senin başka başka kimliklerle yazdığını (!) söylerken sen bunu inkâr ediyordun! Oysa bugün benim iddia ettiğimi sen İtiraf ediyorsun aptal herif! Madem itiraf edecektin niye inkar edip kç nı paraladın? Tuzu kuru maymun. Reklam manyağı oldun da ne oldu. Sen busun işte boş makara! Boş kafa! Sensin o sen; sen kendini iyi bilirsin genelde hep seni anlatırım (!) seni çok severim bilirsin!!!

Not: Bu yazıyı neden yazdım biliyormusun? Bu hakaretleri bu adi kelimeleri; sırf kaşındığın için! Bir hata yaptın özür dilemektense habire kendini haklı çıkarmaya çalıyorsun. Bugün yazdığın hedefine ulaşmamış ise hemen siliyorsun! Sana yalakalık yapanlar bile senin kuyruk acını hafifletemiyor! Öyle berbat bir ruh halindesin ki, sürekli yazdıklarınla çelişiyorsun. Bunu yüzene vurduklarında yazdıklarını güncelliği kalmadı diye siliyorsun. Oysa benim senin hakkında yazdıklarım sürekli güncelliğini koruyor. Çünkü aptallıkların sürekli devam ediyor. Birkaç mektepli yalakan var ve aranızdaki bu güçlü bağlantıyı anlayamadım (!) tahminimden öte duygusal bir ilişkiniz olabilir mi? Neden hep aynı kişiler... yazı diye yazdığın dışkıların altında toplanıyor?

Bak, Kösem Sultana demiştim değil mi? Sen bu şizofrenin gerçek yüzünü gördüğünde o zaman beni anlayacaksın! Şimdi beni anlamış olmalı ki  bu salak yazılarına yorum yazmayı veya körü körüne sana destek olmayı bırakmış.
Hoş, gerçi onunda senden bir farkı yok ya; olsaydı benim ne söylediğimi zamanında iyi anlar o da senin gibi dışkılarını milletin gözüne sokmazdı! 
Altmış yaşına gelmiş bunak sultan!

Millet sizden ilgi ve alakasını kestiği zaman siz hemen polemik çıkaracak yazılarla ortaya çıkıyorsunuz. Tıpkı yılbaşı dansözü gibisiniz sayın bayım pöh gerçekten çok pis kokuyorsun pöh pöh.

İşte böyle sayın Bayım; Ne zaman benimle ilgili ufacık bir ima görürsem buradan cevabını alırsın. Eski defterleri karıştırma işine bak. Eski defterlerde senin adiliğin var ve defalarca gün yüzüne çıkardım bana cevap veremedin. Maymunun tekisin sana yazdıklarımı yayınlasaydın buraya yazmazdım. Yazdıklarımı yayınlamadan, yazılarım üzerindenyazı yazmana göz mü yumacaktım? Senin nasıl sapık duygular içinde olduğunu daha önce "AS" rumuzla yazdığın yazılardan biliyorum.

Artı başka kimliklerle kendine yorum yazıp insanları yönlendirdiğini biliyorum sen hakikatten hastasın başkasına değil kendine doktor bul emi adi kardeşim çavvv.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Hep ben!

Resim: internet anonim ortam

Politika, para bilimi, işletme ve turizm lisans eğitimimden sonra 1985 ten 2010 yılına kadar 25 yıllık faal iş hayatımda. İş makinelerdeki egzoz bilyesi ses sorunlarını gidermek ve yine iş makineleri üzerindeki verim kaybını azaltma üzerine özel bir şirkette bölge müfettişliği yaptım. Petrol alanında, petrol tankerlerinin genç mühendislerimizin zaaflarından faydalanarak tanker boru hatlarını yanlış yere döşeyenlerin başına, bölgesel büyük şef oldum.

Arazilerdeki çalışmalarda bizzat, dozer, kepçe, greyder, silindir iş makineleri kombinasyonu sonucu ortaya çıkan oto yolların dayanıklılığı ve akıcılığını kontrol ve yollar üzerine yapılan menfezlerin, heyelan bölgelerindeki yapımları sırasında, yer değiştirmesini önlemek için zemin çalışmalarını yerinde inceleyen bilimin temsilcilerinin kontrol müfettişliğini yaptım.

Projeye uygunluğunu kontrol eden şef, amir ve mühendislerin; demirci ve ahşapçıların yani kalıpçıların yaptıkları işi kontrol edenleri kontrol ettim!

Birçok teknik başarılara imza atmış biri olarak, peşimde koşan büyük firmalara büyük transfer ücretleri karşılığında; bölgesel verimliliği arttırma mücadelesi kapsamında büyük şef, müfettiş, müdür, yönetici, danışman görevlerinde bulundum.

Karadeniz ve Marmara denizindeki balıkların geliş geçişi sırasındaki izleyecekleri yol haritasını ilk defa çizerek, yazarak ve hatta belgesel video çekimi olarak hazırlayıp ulaştırma bakanlığına ben sundum! Balıkların Marmara balıkçılarına yakalanmadan geçişleri ile Türkiye’deki balık popülâsyonun korunmasına ben yardımcı oldum!

1979 senesinde İspanyadan gelen kültür elçilerinin benzinleri bittiğinde onlara Çobançeşme BP den benzini ben temin ettim!

1995 yılında Almanya, İngiltere, İtalya ve ABD den gelen yatırımcıları Avcılar köyünün balta girmemiş ormanlarında safariye ben götürdüm. (Av yerine kola kutusu vurdular :) )

Yine 1978 yılında ıssız bir yerde mahsur kalan bir Alman bayan turistin başına kötü bir şey gelmesin diye en yakın askeriyeden benzin alıp memleketine ben uğurladım!

İlk defa Marmara’da Kalkan balığını ben tuttum, Boncuk Ali'ye yeşil kurtları çıkarırken, mamun tutmasını ben öğrettim. Celal ağabeye karikatür çizmesini, Hasan Basri’ye balık pişirmesini, ben öğrettim! Her taşın altında ben! Ben, ben, ben, ben ben,

Eee Yersen!



Resim: internet anonim ortam






İmalat Sektörü!

Geçenlerde “domates gaza geldi” demiş ve bir yazı yazmıştım. Sanki domates başına geleceğini bildiği için günler öncesinden bize erotik bir poz vermişti! Şimdi adamın biri eski defterleri kurcalamaya başladı; aklı kuyruğunda kalmış olmalı. Hani kuyruk derken bu muhabbeti de açmak lazım aslında. Daha önce başka bir köşemde başkaları için yazmıştım ama burada da benzer bir konu gördüğüm için şu kuyruk muhabbetinin linkini size verip işin aslını oradan öğrenmenizi sağlamam çok yerinde olacaktır. Buradan lütfen ( Konu başlığı “Domuzlar Şehre indi Çakallar Sohbete Geldi!” )
Orada sahte kimlikten kastım yazıların altına sahte kimlikle gelen ama aslında kim olduğunu bildiğim şahıslardır. Bunlar olmadık zamanda, olmadık yazının altına çıkagelirler ve ben bu yüzden onları… (linkte) benzetirim.
Şimdi domates erotik poz verirde, yüz bulmuş astar isteyen, kendini fasulye gibi nimetten sanan her fırsatta kendini dev aynasında gören birinin poposu kalkmaz mı?
Kalkar tabi! Ama bakın resme; bu vatandaş altın yumurtlayan tavuk misali, seri imalata geçmiş (!) Bir takım sorgulama yeteneği olmayan zerzevatlar bu şahsın çıktıları ile ne güzel eğleniyorlar. Bir yiyen bir daha sıraya giriyor.
Adamda öyle meziyetler var ki say say bitmiyor azizim :) Bizim potansiyelimiz sınırlı; Demirkapı, Kumkapı, Yenikapı, Bahçekapı, (Tarlakapı, Şirinkapı oha ufak atta civcivler yesin derler buna) Ferforje kapı vs.

Gönül hoşluğu, kapı boşluğu, pencere kolu, merdiven boyu, hürmet ve güzellik ile…

Her ne kadar, konu ortaya yazılmışsa bile (!) :) Eminim mesajımı alması gerekenler almıştır. Bu münferit yaratık rahat durmayıp üç kere yazıp üçbuçuk kere vaz geçtiğini beyan etse bile (!) sırt ağrıları çekmekte, sırtı kaşınmakta, bitleri ağır basmaktadır. Bitlinin tekidir, ağır teke gibi kokusu ekranın içinden dışa vuruyor. Münferit kişinin, münferit toplantılarda sırf kekleyebileceği dişi avına çıktığı, yanındaki aynı zihniyetteki saplar ile kibarlık taslayarak maymunlaştıklarının videosu tarafımdan kopyalanmış, ibreti âlem için bankadaki özel kasamda saklanmaktadır.
“Herkes yanındakini iyi tanısın” yazımın başrol oyuncularıdır bu tipler. Bunlar adamı yazarçizer takımı içinde şöhret ederler. Bunların suratına bir kez baksam on iki bölüm dizi yazarım. Bir tarafta sapsız gelmiş damlar, diğer tarafta damsız gelmiş saplar! Bunun adı “dostluk” öylemi? Ne kadar dost canlısı olduğunuzu, yazdığınız ipe sapa gelmez yazılardan anlaşılıyor zaten TAŞ KAFA!


30 Eylül 2010 Perşembe

Hiçbir Şeyi Küçük Görme!

“Ariflerden biri, çamurlu kaygan bir yolda, eteklerini toplayarak, dikkatli adımlarla yürüyordu. Fakat bütün çabasına rağmen düştü. Her tarafı çamur olduğu için, artık serbestçe yürümeye başladı. Bir taraftan ağlıyor ve ” İşte günaha düşmeden önce günahlardan sakınan adamın hali budur. Bir defa, iki defa… Günaha düştükten sonra, artık aldırış etmeden onun ortasında yürümeye başlar!” diyordu.

Büyük günahların yolu, küçük günahlardan geçer. Her büyük günahın öncesinde küçük günahlar vardır. Adam öldürmenin başlangıcı dedikodu, münakaşa ve düşmanlık olabildiği gibi, fuhşa ulaştıran yol da çoğu kez bir bakıştır.
Kötülüğü önlemek isteyenler!
Sevindiren ya da ağlatan manzarayı küçük şeyde arayın. Küçük şeyler küçük kalmaz, büyür. Yoldan hafife sapmak, sonunda yolu tamamen kaybettirir. Her şey küçük bir değişimle, aslından uzaklaşır.”

HZ. Ali. (r.a) güzel sözlerinden biri;
Haksızlık önünde eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.”

Takvim yaprağı: 9 Şubat 2004 pazartesi.

&&&

-Allah insanları boş yere yaratmamıştır, her bir insanın yaşadığı hayat boyunca üstlendiği görevleri vardır. Bu görevler içerisinde insanlar; diğer insanlara ibret olacak vahim; veya keyif ve mutluluk verecek güzel olaylar da öncülük yaparlar.
Bizlerin hangi sahnede rol alacağımıza karar veren vicdanlarımız vardır. Tabi birde, bir çok tahlihsiz insanın iç geçirerek baktığı, doğuştan talihli insanlar vardır, hep gülen!
Bakıldığında içi görünmez insanların; ama kim bilir "gerçek" nedir veya neye hasret çekilir, gülen veya ağlayan gözlerin, doğru diye anlatılan, yalan sözlerin ardında!

Not: Güzel olan her sözü; ibret için saklarım, yeri gelir kulağıma küpe yaparım…
Mutlaka sizlerin de atmaya kıyamadığınız ve usulca kitaplarınızın arasına bıraktığınız, çok senelik; güzel takvim yapraklarınız vardır…


M.Talip Girgin.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Atatürk Öldü, Dil Katliamı Başladı.


Tüm Ulusumuzun Dil Bayramı Kutlu Olsun. “Onbirinci asırda Çin’de bir şarlatan, belkemiğindeki her aksaklık ve bozukluğu düzeltebileceğini iddia ediyordu. “Sırtınız, ister bir yay gibi olsun, ister bir karides gibi veya ister bir yüzük gibi olsun, bana gelin, derhal düzelteyim,” diyordu. Bir kambur, adamın dediklerine sorup soruşturmadan inandı. Şarlatan “düzeltici,” kamburu, bir tahta üzerine yüzüstü yatırdı; sırtına da adamın kamburuna bir kılıf gibi uyan bir tahta koydu. Ve başladı üzerinde zıplamaya…


Kamburun sırtı düzelmişti ama adam da ölmüştü! Kamburun oğlu, bu şarlatan “düzeltici”yi dava etmek istediyse de, şarlatanın cevabı şu oldu: “Benim vazifem, onun kamburunu düzeltmekti; yaşayıp yaşamayacağı beni düşündüremezdi.” Atatürk’ün ölümünden sonra, Türkçenin nasıl boğazlandığı üzerinde duracak bir yazı için bu Çin hikâyesinden daha yerinde bir giriş düşünemedim.
Türkçe’nin ifade gücü kayboluyor diye feryat edenlere, Türkçeyi gasp eden bu insanlar, buldukları beş-on kelimeyi göstererek, “bakın bu öz Türkçe sözcükleri artık sizde kullanıyorsunuz.” Diye sureti haktan görünmek istiyorlardı.
Kelime katliamı, “Türkçe’nin yeni tarifi ile başlatıldı
Atatürk’ün, Güneş-Dil Teorisi ile özleştirmecilikten vazgeçmesi, temiz ve güzel Türkçe’ye gönül verenleri sevindirmiş, güçlendirmişti. Ne var ki, onların bu sevinç ve mutluluğu uzun sürmeyecekti. Çünkü Atatürk’ün ölümünden çok kısa bir müddet sonra, Türkçe’nin başına neler geleceğinin belirtileri görünmeye başlanmıştı. Aralarında gerçek dilcilerin bulunmadığı, bir sürü kelin ve körün “dilci” olarak kabul edildiği bu Kurum’da toplananlar, Türk diline, istedikleri gibi tasarruf edeceklerini gösteriyorlardı. Onların, özleştirmeyi nasıl yürüteceklerini, Türk Dil Kurumu’nun senelerce genel yazmanlığını yapan Ömer Asım Aksoy şöyle anlatıyordu;
“…dil, doğal ve toplumsal bütün olaylar gibi müdahale kabul eder… Kırk yıldan beri dilimizde görülen gelişme, bu müdahalenin etkisiyle olmamış mıdır?”…

Efendim, Türk dilini, babalarından kalan bir çiftlik gibi kendi tasarruflarına geçiren bu insanlar, birazdan göreceğiniz gibi, en küçük bir tenkide yeltenmek cüretini gösterenlere hemen kapıyı işaret ediyorlardı. Haşim Nihat Er-bil, aynı kitabında diyor ki:
Dil Kurumu, dil hakkındaki düşüncelerinin doğruluğundan o kadar emindi ki, 1942 Kurultay’ını açarken, Kurultay’da kimlerin gelip neler söyleyeceğini önceden tasarlanmıştı… Kurum, önceden seçtiği bazı yazıcıları ve profesörleri Kurultay’a soktu ve kurultayın kapısını bunlardan başkasına kapadı… Türk dili münakaşa edilen bir yerin kapısı, bütün Türklere açık olsaydı, dilin ne olduğunu bilenler, Kurultay’a gidip Dil Kurumu’nun ve ona uyan birkaç profesörün dilden hiçbir şey anlamadıklarını bağırarak onlara söyleyecekti!”*

Tarih, Dil Kurumumuz üzerinde ne kadar tekerrür eder bilemem ama bu gün, biz blog yazarları olarak, tarihten ve bu yazılanlardan ders çıkarmalıyız. Daha fazla entelektüel görüneceğiz diye, Türkçemizde olmayan kelimeleri varmış gibi yazarak, Türkçemizi daha fazla kat etmeyelim! Bazı arkadaşlarımız blogların da “Türk Dili” üzerine güzel yazılar yazmakta ve bizlerle paylaşmaktalar. Onlara gösterdikleri duyarlılık için şahsım ve Türkiye Türkçe'si adına teşekkür ederim. Bizler, burada her ne kadar hobi olarak, önemli veya önemsiz bir şeyler yazıyorsak bile Türkçe'mize gerekli özeni göstermek zorundayız.


Sonuç itibari ile ATATÜRK öldükten sonra Türkçe’mize yeni kelimeler ilave edildiği gibi (!) dikkatsizlik ve bulunduğu ortamı ciddiye almamanın sonucunda, aşağıda ki, anlamsız kelimelerden oluşan bir kirlilik oluşmuş ve oluşmaya da devam edecektir! Ben şahsen, bir Demirci Ustası olarak, kendisini 20 dalda Oskar ödülü almış bir sinema oyuncusu gibi takdim edenler (!) yazdıklarına daha fazla dikkat etmeli, Türkçemize ve Ulusumuza, ayrıca Yazdığı blog yapısına, hak ettiği saygıyı göstermeli diye düşünüyorum.


Kendini olduğundan çok farklı gösteren ve zaman zaman başkalarının profilini eleştirenlerin, yaptıkları bu yazı hataları yüzünden ulusumuz adına üzülüyorum!


Türkçemiz hiçbir bireyin babasının malı değildir. Herkes bildiği kadarından fazlasını öğrenmek zorunda olmalı. Yazdıklarımız Vatanımızı, insanımızı ne kadar önemsediğimizi gösterir.


Size 6000 MB yazarı içinden sadece bir kişinin (2,5 - 3 senedir aramızda) yaptığı hatalardan örnekler vermek istiyorum. İnsan kendi egosu yüzünden Türk Dilini bu kadar kat etmemeli!


(Orijinal hali ile Karizmatik sözler)

“—Aydın veya Entellektüel Kariyer değilse o zaman her kalıba girebileb civa gibidir. Ben bir konuda düşündüklerini tutarlı bir savla kağıda dökemeyeni ciddiye almıyorum ve birinin tüm yazdıklarının tutarlı olacağını düşünmediğimden yazı başına algılıyorum ki; bazen çok tutarlı yazan bazen saçmalayabiliyor, güzelliklerle gönül hoşluğuyla...”

“DOĞRU MU? DOĞRU YERDE OLMAK MI?” -Öğrendiklerim ve deneyimlerim; doğrunun filozofik, doğru pozsiyonunda popülist realist bir durum olduğunu öğrettiyse de, ikinciyi beceremediğim için özgürlüğü seviyorum...
“Kendimize olan sevgi ve saygımız”

—SEVGİ VE SAYGI: İlkel toplumdan beri temelde yaş farkıyla yrıştırılmış sonra mevkiyle ve pozsiyonunda bence de sevgi ve saygı; niteliksel birikimsel ve topluma katkıyla ayrıştırılmalı, selamlar

—UNUTURUM: başlıklı blogumu hatırlattınız, milyonlarca okuyan olmasa yüzlerce yazar olmaz... yazarı yazar yapan okuyucunun düzeyidir. İhtiyacım kadar okumaktan, yazabildiğim kadar yazmak yanayım...güzelliklerle...

—BLOG ve BLOGTA KATEGORİ: Blok yazarı olmak diye bir sınav olmadığına göre yazmayı beceriyorum diyen herkes olabilir. Blog çokça kategorisi olan bir ortam ancak aktüel kategoriler herkesin buluştuğu ortam ve bence kenidini tanımak ve yenilenmek için çok önemli bir fırsat...

—Bilinçaltını gizlerini ifşa etmeyi kabul eden bir arkadaşımla deşarj seansları yapmıştık ve beşincisinden sonrasını dinlemek istememiştim. Çünkü bilinen o ile anlattığı o farklıydı, bilinen o anlattığı o ya giydirilmişti. Sonra sansürsüz 21 kısa günlükler tuttu birlikte okuduğumuzda 3 gün üst üste aynı olmadığını gördük ve bence insanın en gizemli kavramının bizzzat BEN i olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendini dışarıdan seyredemiyor düşünsel ve davranışsal değişimlerini izleyemiyor yorumlayamıyor. Hayatta başarılı ve doygun olmanın en temelininde OBJEKTİF BENİ tanımlayabilmek olduğunu düşünüyorum, Bu yazıyı kendim için yazmadığımı BEN olgusunu hakimiyet duygusuna dönüştürebileceğini zannedenlere yönelik yazdığımı belirtirim, benim kapris bunalım gibi kavramlarla yazmam ve davranmam mümkün değildir.

(Ve yukarıda ki sözlerin sahibine ait katledilmiş kelimeler!)

Oalrak- yrıştırılmış – mevkiyle – tesr – geçmilşim – eskik – kusuratlı – olark – elbiesler – Kollej – diyiyorum – açıdanda – çöüzmsüz – banada – olamyacağı – başalayıp – becerbilenlere – sovunu – yalaın – pazrlasa – istyorum – Ksımetse – tahhakkümü – yönetemlerin – Hristiyan - anlayabilceğini - Mülüman mezarlığı – yazamktan - gönğül hoşluğuyla - zara - teşekkür ediy – anarştin - anarşistide – koly – yoprumlanması – yiyincede – MLOGTA – denemeyeciğini –gencede - editöryaya teşekküler – Oğluda - akllı - yapalımı – demofrme - yüzyüze - Gönül hoşluğuyal – olcağaı – yüzyüzlülük - tanınmş – öğretmlerim - diyiyorum ki - devletinemi dönüşktükte – güzleliklerle – Sonuda – lutfunda – dedmiştim – güzelikler – Şefaflık – sunsalarda - düşüncelrinden – Alalh – demograsinin – ogunluk – oluşmuna – kitabıda - gib) – iBirincisi – toyekün - ağacç – terciht – geçiçi – yerdeben – güzlelikler – güzlelikler : (ısrarla aynı kelime kullanılıyor) – anadoluyu – olmamsına – yaradınlanlar - yaradanın – varedecek – varsaydığmızda - yapamasamda – makenizmasını – olanmantığımla – gödüm – yönetemleri – dileiğyle – teşekkrüler- “Artısı ve eksisiyle yorumunuza teşekkrüler” (ısrarla aynı hata!) – etkeninizide – gmzlüyorum – gerkmez - katmamk içino - kitapp eksper – çrçeve – bizzzat – temelininde – sevgielir – serleştim – fiansman – içeriğ – yapılanınamacı – piskolojiye - Uzmamalıydı ve nahoş olmamlıydı - Antlaya'da – YAZDIKLRINIZ - TEMEK ŞART - karmsarlıklarının – herçşey – olmultu – sesszide – dilğiyle - selmalar sevgiler – psikolijinizle - desetek – beylerede - YAzın - finasmanı – akedemisyenin – kestitremez – gelien - koktely - topyekün - modelide – şöförü – karöaşa – karğaşa – hissetiğiniz - göül hoşluğudur – kollektif - gerkiyor - kenidini - ciidiye - kalmmayım - TARTIŞAMK – sonuda – tartışam – sinerjik – hoşnutum – edeyimin – tartışam – karılamyacağım - düene kavulturulsa – kardar - güzleliklerle... Israrla aynı! – diriltmesiyel – poizsyonu – yine aynı hata! poizsyonu – yine aynı :)) güzleliklerle – devame - taşımızşınız – oratma – sizinkisi – sürekli :)) güzlliklerle – benizyor – Çatlayacağım yahu yine aynı hata:)) – güzlelikler - çobasını - azalizi – şekllendirildiği – başaına – Beöyle -


&&&


İnsan etrafındaki, dost yazar ve edebiyatçı kimlikleri örnek almalı, onların yazdıklarından kendine ders çıkarmasını bilmeli... Tren ve bilumum mahluklar geldi aklıma...ne kadar komik değil mi:))

&&&

"Türkçe Bilen Aranıyor" demiştin ya hocam? Biz, şimdi o bozulan Türkçe'mizi tercüme edecek insanları "arar" olmaya gidiyoruz! Yolun sonun da maalesef bu görünüyor...

Rahmetli Nejat Muallimoğlu hocanın aziz ruhuna...
Saygı duyuyorum hocam…

"Zamanında yayınlanmayan yazı yazı değildir; bu süreç günün önem ve emniyetine verilen değeri gösterir!"

M.Talip Girgin.

Suçlu Kim? Oyunu Oynamak İstermisiniz?


Milliyet Blog üyeleri içinde avukat bol maşallah ama ben diplomalı olanları tercih ederim! Savcı ve hâkime ihtiyaç var sanırım o işi de istersek hallederiz. Şimdi bırakın disiplin kurulunu vs. İşte hem eğlenecek hem “suçlu kim” onu bulacağız! Polemikten şundan bundan sürekli rahatsız olanlar var. İsteyerek veya istemeyerek polemiğe bulaşanlar var. Tüm bu gergin ortamdan kurtulup tam tersine bu durumları eğlenceli bir hale getirmek istemez misiniz?


İçinizde ünlü Avukat Petroçelli olmak isteyen yok mu? Veya komiser kolombo (colombo) Efsanevi dedektif Sherlock Holmes;

Mahkeme salonumuz halka açık tüm MB üyeleri ve misafirler mahkemeyi izleyebilir. Davacılar; umuma açık yerlerde şikâyet yerine söz konusu mahkemeye avukatları aracılığıyla dava dilekçesi yazabilirler. Örneğin son zamanlarda hakkımda çok şikâyet oldu. Bu şikâyet dilekçelerini mahkeme başkanına sunup beni dava edebilirler! Tabi bu bir oyun ama oyun oynarken suçlunun kim olduğunu bulabiliriz.

Mahkeme salonlarında gezmiş biri değilim. MB içinde mahkeme nasıl olur, bu konu üzerinde hukukçu arkadaşların önerilerini dikkate almakta fayda var. Hadi hep birlikte eğlenceli bir oyuna girişelim “SUÇLU KİM”? Avukat, savcı ve hâkimleri göreve davet ediyorum!

Ana yasamızı kuralım! Suçların ne olduğunu ve cezaların ne olacağını tartışalım. Kavgaların küskünlüklerin önüne geçmek için bizimde bir anayasamız olsun. Şikâyet merceği MB editörleri değil kendi içimizden seçtiğimiz yargı kurulu olsun. Bunun birçok benzeri sitelere örnek teşkil edeceğini umut ediyorum. “Suçlu kim” oyununda ben davalı olmaya adayım! Yok, davacı olmamı isteyen varsa davacı da olabilirim. :))

Bu konuda rahatsızlık duyanların desteğini bekliyorum. Bu mahkemeyi oluşturalım hem eğlenip hem suçluyu bulalım!
Ak mı kara mı belli olsun :))

15 Eylül 2010 Çarşamba

Yorumlaşmak ve Uzlaşmak!

Efendim bloglarda sörf yaparken bir yazının başlığı veya yazıya konan resim ilgimizi çeker ve hemen o yazıyı okumak için tıklarız. Yazı bizim için bir hayal kırıklığı olmamışsa, yazıyı yazan kişiye yazıdan aldığımız keyfi ve memnuniyeti bildirmek için yorum yazarız. Bu yorum yazı sahibini memnun eder ve daha güzel yazılara imza atmak için ona şevk verir.

“Tabi her zaman papaz yahni yemez” beğenmediğimiz yazılara da, beğenmediğimizi bildiririz.
Beğenmediğimizi belirttiğimiz yorumlar bazen yayınlanmaz ve yazı sahibi akıllı biri ise yorumu yayınlamaz ama yaptığının hata olduğunu kabul eder ve yorum yazan kişiye mesaj çeker veya konu üzerinde uzlaşma yolu arar.
Örnek: Der ki; “Sevgili üstadım, konu yanlış anlaşılmış buna sebep olduğum için özür dilerim. Hemen bahsettiğiniz yeri düzelttim veya düzelteceğim.”
Bu noktada polemik olmadan olay biter.
Fakat birde olayın bir başka yönü vardır. Kişi kendine gelen övgü ve hatta cıvık tarzda ki yorumları keyifle yayınlar…
Üstelik yazısında bir yanlışı varsa o yanlışa yorum cevaplarında da devam eder!
Tam bu sırada biri gelir ve pişmiş aşa su katar. Ona yaptığı yanlışı gösterir ve bundan rahatsızlık duyduğunu ima eder.
Haydaaaa!!
Hadi yazıyı silmek düzeltmek kolay da, gerile gerile yazdığı önceki yorum cevaplarını nasıl düzeltsin, nasıl silsin?
Tamam, insan ne kadar güvenilir olursa olsun ancak kendi sayfasında kontrol edebildiği yorum ve mesajlarını silebilir. Bir kere yazdı mı bir daha o yazılanlar ile oynayamaz ki!

Yazı sahibinin bu noktada yapacağı iki seçeneği vardır.
1- Yazının tık sayısını veya yorum sayısını arttırdığına bakmadan bu yazısın blogdan çekecek!
2- Ya da bu yorumu gönderen kişinin yorumunu yayınlamayıp onu yok sayacaktır.
Tabi yorum sahibi benim gibi ısrarcı olursa kişi yandı! :)

Şimdi yazısından vaz geçemeyen, yanlışından dönemeyen insanın yapacağı son seçenek kalıyor ortaya. Yorum gönderen kişinin kişiliği ile uğraşmak

Yazısında ki yorum sahiplerine daha da şirin görünüp biraz daha genelin hoşuna gidecek yazılarla veya tanıdık tanımadık ilgili ilgisiz herkesle yorum trafiğine girerek, insanları kendine çekmek ve tatlı sözlerle onların güvenini kazanmak.

Bu hareket ile oluşturduğu sanal gücü kendisini sorgulayan bir insanın üzerine rahatlıkla yönlendirebileceğini ve çok sesli koro eşliğinde kişiyi susturabileceğini düşünmektedir!

Ve hatta sanal güçlerin nerelerde odaklandığını görse o güçleri de, bir şekil de rakibinin üzerine çekmek için onları kullanmaktan geri kalmaz!

Fakat çakma kariyer sahiplerinin unuttuğu bir şey var! Kişilerin profillerine göre hareket etmek, insanı yanlışa düşürebilir. Ya kişi bir Sherlock Holmes hayranı ise?

Siz çeşitli yazı ve yorumlar ile tarafınızdan kandırılmış insanlardan veya sorgusuz sualsiz size tapan, beyinsiz cıvık insanlardan sanal bir güç elde ederken, kişi sizin şecerenizi çoktan üç boyutlu kopyalamıştır! Daha önce kimlere ne yazmışsınız, size karşı çıkan insanlara nasıl saldırmışsınız, hangi ruh haliyle günün hangi saatlerinde kimlere hangi kategorilere yorum yazmışsınız, blog yazılarınız, siyaset yazılarınız, cinsellik yazılarınız, hepsi tek tek okunmuş ve kopyalanmıştır. 2000 nin üzerinde mesaj ve yorumlar, bloglar vs.

Siz sağda solda size sanal destek veren insanların arasından çok sesli koro eşliğinde karşılıklı yazdıklarınıza “al gülüm ver gülüm” yorumlarınızla birbirinize cevap verirken, rakibinize de giydirme yapmaktan geri kalmazsınız (!) Siz pembe düşlerinizle bulutların üzerinde zafer naraları atarken, rakibinizin sizin her hareketinizi izleyip bilgileri depoladığının farkında olmazsınız. :))

Ansızın bir yazınıza veya başka birinin yazısının altına daha önce pervazsızca yazdığınız bir yorumun zıttı ile sizi yakalayan rakibinize cevap veremezsiniz! Sayfa sizin ise zaten ya blogunuzu çekersiniz ya yorumları yayınlamazsınız ama rakibiniz tam yerinde lafı "cuk" diye oturtmuştur. İşte o cuk-lama sizi kahreder verem olursunuz verem :)

Kişinin elinde sizin daha önce yaptığınız tonlarca kabahatler listesi vardır. Bunu fark ettiğiniz de önce kendi kişiliğiniz (!) ile yazdığınız, müdahale edebileceğiniz kanıtları yok etmeye kalkarsınız. Nedir onlar? Mesela polemik içeren blog yazılarınız... Hemen siliyorsunuz onları. Çünkü hem yazı da, hem yorumlar da kişi veya kişilere yazdığınız hakaret var.

Sonra en yakın arkadaşlarınızı arıyor ve onlara “size yazdığım şu şu yorumları siler misiniz” diye rica ediyorsunuz. Sonra ne yapıyorsunuz Başka kimlikle yazdığınız yazıları siliyorsunuz.

Blogda kim başkasına yazdığı, başkasının sayfasında ki yorumları silebilir ki?

(Siz insanlara hakaret edeceksiniz ve sonra bir şekil de başkasının sayfasındaki bu yorumları sildireceksiniz bu hangi ruh haline ve anlayışa girer?)

Şayet blog yazanlarının her birinin dört kimlikle yazdığını düşünürsek, gerçek kimliği ile takma kimliğine yorum gönderebileceği gibi; takma kimliği ile gerçek kimliğine de yorum gönderebilir. Kişi bunu ne için yapar veya buna niye gerek duyar ki? Tabi ki kendine menfaat sağlamak için.

Hiç ilgi görmeyen saçma sapan polemik içeren bir yazı yazdığınız da da hemen casper kimlikler ile takma kimlikler devreye girer. Polemik yaptığınız kişiye vereceğiniz cevaplara uygun yorumları sağ cebinizden alıp sol cebinize atarsınız!

Kendinizi bu âlemin kralı sanırsınız. Sanki sizden başka akıllı yoktur! Şimdi takma, çakma, sahte kimliklerinizi ve o kimliklerle gönderdiğiniz yorumlarınızı ve yazılarınızı sildiniz. Konu komşuya rica edip onlarda ki kırıntıları da temizlettiniz. Şimdi rakibinizin link vereceği bir açığınızın kalmadığını düşünüyorsunuz! Öylemi.

Şimdi her şey kitabına uygun sizin için bu işleri yaparken polemikte yapmadınız temizlik bittiğine göre şimdi sanal gücünüzü ve cıvımışları peşinize takıp yeni kanunlar çıkarmak ve rakibinizi blogdan attırmak istiyorsunuz. Nasılsa bahar temizliği yaptınız, korkacak bir şeyiniz yok öyle değil mi?

Sanal gücünüz ve takma kimliğinizi konuşturuyorsunuz “Ay ayol ben bu saldırganlar yüzünden sayfamı sıfırladım neler çektim onlardan neler?” Tam bunlar için “Kuş ile İnek” yazım ideal.

Bir Allah'ın kulu da sormuyor (!) madem sayfanı sıfırladın ne bok arıyorsun polemik yazısında diye:)

Tabi bu arada padişahım çok yaşa diyenleriniz sizi yanlışa sürüklemeye devam ediyor bir iki dostunuz size bu işten vaz geçmenizi söylese de siz bu tatlı beladan vaz geçemiyorsunuz.

Malum kişinin aynı sayfada yazılarına sansür uygulandığı için memnunsunuz ama rakibinizin başka sitelerde yazması ve geniş bir ağa sahip olması da canınızı sıkıyor.

Sanki gerçekten kişisel bir problem varmış gibi rakibinizi yüz yüze görüşmeye çağırıyorsunuz bunu yaparken de önce hakaret edip "gelsene lan beyefendi " diyerek kabalığınızı, kibarlıkmış gibi veya erkeklikmiş gibi cümle âleme duyurmaya kalkıyorsunuz!

Muhatabınızın sizin bu çağrınızı muhatap almamasının seviyenize düşmeyecek kadar akıllı biri olduğu sizi korkutmaya devam edecektir! Siz bir taraftan "beni okuma, beni takip etme" diyeceksiniz, diğer taraftan rakibinize çemkirmeye devam edeceksiniz. Sonra da konu komşuya feryat’ı figan…

Rakibinizin yayınlamadığınız yorumlarının içinden işinize gelen bir yorumu yayınlayıp "bakın arkadaşlarım, sizden çok şey öğrendiğim blogdaşlarım bakın adamın biri size ne diyor" diyerek hedef göstererek, kendinize destek aramaya çalışmanız aslında sizin ne kadar çaresizlik içinde olduğunuzu göstermez mi?

Tabi hiç kimse sizin yüzünüze doğrudan söylemiyor ama dolaylı da olsa “bu duruma sizin yüzünüzden düştük otur artık kıçının üstüne” diyenler de çıkıyor tabi.

Eski köye yeni adetler getirmeye çalışmanızın da iki sebebi var aslında;
1-Tarafınızdan aldatılmış sanal gücünüz ile çok sesli koro eşliğinde rakibinizi blog’tan attırıp rahatlamak;
2-Yenilgiyi kabul etmeniz durumunda "bak adam nasıl seni madara etti " demesinler diye bir bahane ile kendinizi blog’tan attırmak! Birde iki de "ben bile olsam" demeniz bundan değil mi?

Öyle ya bunun için arka arkaya bir sürü kabahat işlemediniz mi?

Eski dostlarınız ufak ufak desteğini çekmeye başlayınca yeni yüzlere yönelmek istersiniz!
Rakibinizin seçme bir mesajını alıp siyasilerin duraklar da üst geçitler de dağıttıkları el ilanları gibi ilk defa, rastgele tıkladığınız sayfalara mesaj çekmeniz hangi ruh halinizde olduğunu göstermez mi?

Bunu yaparken bol kariyerli ve güzel üslup ve ahlaklı insanlara yönelmeniz çok planlı olduğunuzu gösterir ama unuttuğunuz bir şey vardır, halkın tercihi samimi insanlardan yanadır nitekim seçtiğiniz kişiler saf değildir ve sizin beklentinizin dışında cevap vermeleri sizi üzecektir.

Bugün Sayın Başbakanımızın başarısı samimiyetinden gelir. Muhalefet partilerinin başarısızlığı ise o asık suratlarının yanında hep Sayın Başbakanın kişiliğine saldırı yapmaları ve hep ondan şikayetçi olmaları sebebi iledir! Halk Başbakansız bir muhalefetin, muhalefet yapamayacağına inanmaktadır! O yüzden muhalefetin işsiz kalmaması için Başbakanı iktidarda tutmaya kararlıdırlar(!) :)) Şikayet onların ekmek kapısıdır, ne kadar çok şikayet ne kadar çok iftira atarlarsa Recep Tayyip Erdoğan iktidar da kalacak ve muhalefette işsiz kalmayacaktır! :))

Şimdi bunun konumuzla ne alakası var diye soran çıkabilir tabi :)) ama akıllı insanlar bir bağ kuracaktır muhtemelen… Biraz uzun oldu galiba özür dilerim. Saygılar efendim…


Benzer yazı ile devam edeceğim :))

M.Talip Girgin
Blogspotta yayınlanmıştır.

14 Eylül 2010 Salı

Örnek aldıklarım...

Çok şükür HZ. DAVUD (AS) mı örnek aldım! Demiri işleyerek; bazen bir çiçek, bazen bir aynalı pano, bazen bir kapı, bazen bir pencere demiri yaparım. Sanatıma ruh katarak onu süsler satarım! Bazen laf atanların, dil çıkaranların, dili uzayanların dilini kesecek keskinlikte kılıç yaparım! (Babadan “el” almak gâvurdan parmak yemeye benzemez… Bir şeyi bilmek, onun cahili olmaktan evladır, diyen bir hadis vardır.”. Diline hâkim olamayan insanlar, fizan da da olsa, ABD de olsa kılıcımın ruhu o dilleri keser!)

HZ.İSMAİL (AS) VE HZ. YUNUS (AS) örnek aldım! Dağları taşları, denizleri İl il gezer, gerekirse tüm domuzları (!) tek tek vurur veya balık tutarım! Öğrendiklerimi öğretir oturur keyfime bakarım.

HZ. LUD (AS) örnek aldım! Tarihçiliğini; seyyahların, Evliya Çelebilerin pirini…

Tüm yazdıklarımı ve yazılanları not alırım. Türkçeyi konuşamayan bilgeleri (!) kendinden başkasını beğenmeyen asalakları, burnu Kaf dağında olan bunakları; beş cümlenin üçünü yanlış yazan çakma MB Ordinaryüs’leri; Notlarımı, gerektiğinde sapıtan ve iftira atmaya yeltenen bu kişilerin gözüne sokmak için alırım iddia etmem bundandır!

HZ.ÜZEYR (AS). Örnek aldım! Onun kadar olmasa da, bağ bahçe işlerine merakım olmasına rağmen hiçbir zaman o fırsatı tam olarak elde edemediğim için çok üzgünüm. Ama ilk defa reklam panolarından bahçesi olmayan evime 6x3=18 metre saksı yaparak üst üste duvara asınca çok insana “Azmin sonu; isteyince oluyormuş” dedirttim.
“HZ. Muhammed (SAV) : ” Her peygamber kardeşimin bir mesleği vardır. Benim mesleğim cihaddır ” demiştir.
Peygamber efendimiz askerlikte başarılı bir ordu kumandanı idi. Aile içinde şefkatli bir baba, Müslümanlar arasında örnek bir insan, dürüst bir tacir idi. Çocukluğunda çobanlık yapmıştır. Dünya da bütün insanlara rehber, ahirette ise ona ümmet olanlara şefaatçi.

“Hz. Muhammed, diğer peygamberlerden farklı bir konumda değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Muhammed, başka değil, sadece Allah’ın elçisidir; ondan önce de nice elçiler gelmiştir. Öyleyse o ölecek ya da öldürülecek olursa sizler gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönecek olursa onun Allah’a hiç bir zararı dokunmaz. Allah şükredenlerin karşılığını verecektir. (Al-i İmran 3/144)

Allah bize bir Kitap ve bir Peygamber göndermiştir. Onların çizdiği sınırların dışına çıkmamak gerekir.”

Tabi ki her cübbeliden din hocası olmayacağı gibi her üniversiteliden de bir profesör olmaz. Allah, aynı zamanda insanlara doğru yolu bulsunlar diye akıl vermiştir. İnsanlar her önüne gelenin oyuncağı değildir. Ama kendini diğerlerinden üstün görme gayreti içinde, kibirlilik virüsüne kapılmış yenilgiyi hazmedemeyen düş dünyasının cengâverleri, gerçekte korda patlatılmış mısır gibi patlarlar da, eline aldığında seni de yakmak isterler…
Zavallıdır bunlar... Allah bunları ıslah etsin!

Bana dokunan yılan fazla yaşamaz!


Yılan gördüm mü başını hemen ezesim gelir. Yılan soğuktur bir türlü alışamadım bu mahlûka be arkadaş! Vatandaşın biri değinmiş pür dikkat kesildik hatta tüm MB kitlendik bekliyoruz devamını. Hazır açılmışken hele bir tamamlansın açılımını karşıt görüşlerin de soracağı çıkacaktır elbet! "Su içen adama yılan dokunmaz" derler ama başkaları ile uğraşanlar için söylenmemiş bu söz!

Zamane yılanları da bir acayip oldu arkadaş; hani bir söz vardır ya kediler için söylenir “hem öper hem bağırır, nerden atarsan at dört ayaküstüne düşer” Bazı yılanlar da buna özenmiş olmalı; hem ısırıyor hem bağırıyorlar! Hani insanlarda zannedecek yılanın kuyruğuna basmış biri!

Şovmen bu yılanlar kardeş şovmen, standap yapıyorlar. :))

Kafalarını ezmek lazım!:((

Hemen her hafta balıkta bu yılanlardan görür kafasını ezerim!:((

Efendim bizim şu porno yazarı Aşkın Bey (!) zannediyor ki bu balıkları yakalamak o kadar kolay; bana şöyle diyor; “kâğıda yazarım sazan gel, sazan gel, sazan gel, ve sonra o kağıttan bir gemi yapar göle salarım onlar tıpış tıpış gelir” he vallahi yalan da değil hani görmesem yalan diyeceğim. Ama ne hikmetse hep aynı sazanları yakalıyor (!) denemek için onlara barkot vurduk ve saldık çayıra Mevla’m kayıra :))

Hep aynı sazanlar boy pos yaş kıyafet cins pes yani, gün geçtikçe büyüyüp gelişiyorlar!

Hani maydanozlar, rokalar nerede?

Şöyle bir karışık salata yapayım yahu...

Nede olsa bu hafta da iki tane daha yayın yakaladım, şöyle sırtüstü yaslanıp keyfime bakayım birader...

Haa unutmadan adamın biri iki de bir davet gönderiyor “Gelsene lan beyefendi görüşelim yüz yüze göz göze diye” Arkadaşlar bu üslubu kullanan o kadar çok insan var ki çamlıktaki hastane de! Kediyi bir odaya kaparsınız ya hani çıldırır, sağa sola saldırır ne yapacağı belli olmaz! Şimdi bu arkadaşta bunu hissediyorum. Yolmak paralamak içgüdüsü ile hareket ediyor, anlaşılan sıkıntı büyük ama ben sağ elimden korkuyorum (!) karşımdakinin meczup olduğunu anlatamam ki!:))

Bir ton kaldırıp iki ton vuruyor Allah muhafaza! :)) Şaka şaka ben 63 kilo geliyorum ve kollarımda çok ince zaten tül perde satıyorum Mahmut paşada. Üç alana bir bedava memlekette enayi çok (!) o bedavanın parası zaten önceden üçün içine katılmış he he he pazarlamacı zihniyeti yalan söylemek caiz olmuş ta haberimiz yok.

Nerde kalmıştık? Durun kapı takmaya pardon tül satmaya gidiyorum…

Pardon çok özür dilerim aklıma geldi, daha öncede birkaç arkadaş yüz yüze görüşme talep etmişti! Ama benim, meczupların talep ve isteklerini karşılayacak zamanım yok. İki kez toplantıya katıldım ve hatta birini ben organize ettim. Dost düşman herkesi davet ettim gelenler geldi. Allah razı olsun. Gelemeyenler mesaj çekti, tel çekti, telefon etti mazuratını bildirdi ama gelmeyenler periyodik olarak laf etti, dedikodu etti ve iyi halt etti!

Şimdi demezler mi adama o zaman niye gelmediniz? Şimdi “Sür eşeğini Niğde’ye doğru.” Bu çırpınışlar hayra alamet değil arkadaşlar sonun başlangıcını hissetmiş olanların zulmünden Allah tüm “el, göz, almışları, çoluk çocuğumuzu vatanımızı korusun…

Amiiin…

Resim: www.hakkindabilginedir

MB için süzgeçten geçmiş hali!

Yılan soğuk bir mahlûk olduğu için yılan gördüm mü başını hemen ezesim gelir. Zamane yılanları da bir acayip olmuş arkadaş! Eskiden sadece tısssssssss diye ses çıkarırlardı, şimdi tıssss tıssss tıssss diye tempo tutturmuşlar aynı kanaldan standap yapıyorlar…


Şovmen bunlar kardeşim şovmen; sanki fear-factor-aksiyon- programında ki oyuncuların üzerine bırakılan figüran mahlukatlardan!

Gelibolu sahteleri gibi aksiyon yapıyorlar bir sağa bir sola kuyruk atıyorlar. Tabi böyle olunca cazibesi artıyor. Biz sazan peşinde koşarken bunlar levrek yakalıyor…Sağcılara kırıtıp, solculara sırıtıyorlar… Bir tas süt koy önlerine sana istediğin her aksiyonu versinler…

Renkleri değişkendir tıpkı tısssshayııııırsss derken tıssssseveeeetssss derler ne yardan ne serden geçerler! Tıslamaları politiktir! Kapıları herkesime açıktır kıvrak ve kıvırcık zekalarıyla her pozisyondan kurtulmayı başarırlar. Ancak bir kaçar, iki kaçar, bir gün bir avcı kafasına basar ve balon patlar TISSsssss X! Stop hayatı mafiş.

Blog’ta Gizli Kimlik ile Yazmak Serbest midir?

Sevgili editörler. Bloglarda farklı isimlerle yazmak serbest midir? Örneğin herhangi biri dilediği kadar isimle kayıt olup kendi görünen ismine yorum göndermesi veya başka yazarların yazdığı yazının altına görünen kimliğini savunmak, destek olmak amaçlı yazı yazamaz mı? Bu haksız bir rekabet sayılmaz mı? Esas polemik bu şekilde yaratılmaz mı? Şikâyet eden kişi şikâyet unsurlarını kendi bünyesinde barındırıyor ve "Çabuk hırsız ev sahibini şaşırtır" mantığı ile hareket ediyorsa, buna nasıl bir çözüm getirebilirsiniz?
Şimdi ben sizin bu harekete ılımlı baktığınıza şahit olursam, hemen beş veya on isimle MB kayıt olup kendi görünen kimliğimi korumaya savunmaya, bana ters gelen yazarlara saldırmaya başlarsam bunun önüne nasıl geçeceksiniz? Karşılıklı polemiklerde bazı yazı ve yorumlarımıza engelleme gelmektedir. Bu polemiklerin uzun sürmemesi için polemik yapan kişilerden kendilerini savunmaları için "Savunma" talep etmenizi ve polemiğin neden kaynaklandığını ve bu polemiğin sizin tarafınızdan nasıl sonuçlandırıldığı şekli ile siz MB ana sayfasında bir köşede açıklama yapmanızı öneriyorum.
(Varsayalım “MB” mahkemesi.)
Yoksa cevap verme hakkımı başka sitelerde kullanmaktan hiç hoşnut değilim. Lütfen bu konuda anlayış bekliyorum.
Bir süre önce MB daha iyi olması için bizlerin fikirlerini almak istemiştiniz. Gerçekten bunu istiyorsanız önerilerimize kulak verin. KK. Beyin ağlaması sızlaması bu yüzdendir, kendisini deşifre ettiğim içindir. Hoş benim onunla bir zorum elbette yok ama yazdığı bloglarda verdiği cevaplar çok önemli!

Şimdi siz bana haklı olduğunuza inandığınız bir soru sorsanız, benimde sizin sorunuza verecek mantıklı bir cevabım olmasa ve size belden aşağı bir yanıt versem! Sizde aynı kanaldan bana tekrar dönseniz ve ben size tekrar hakaret etsem. Sizin yazdığınız mantıklı ve edepli yorumunuzun altında benim verdiğim belden aşağı saçma sapan yorum haliyle sırıtacak ve bu yazdıklarım beni rahatsız edecek. O yüzden sizin yorumlarınızı ve size yazdığım cevapları silmek benim için en doğru (yanlış) hareket olacaktır!
Sizden gelen başka yorumları MB ile paylaşmayıp yanıt olarak ta; bana gelen başkalarının yorumlarına yazdığım cevapların içinden gönderme yaparak size şu cevabı versem:

"Sevgili Hacıoğlu, bir kere tamam, iki kere tamam, üç kere tamam ama bir adam eşşek kere yazarsa ne dersiniz? sana atacak kemiğim kalmadı diyorum ama yine havliyor ve şimdi de yandaşı çıktı ortaya, birilerinin kendilerinden farklı olmasına tahammül edemecek kadar kısır, sevgiyle muhabbetle..."

Bu yorum Orijinal halidir kelime hataları ile kurduğu düşük ve anlamsız cümle ile ne kadar gözü dönmüş olduğu görülmektedir. Bir insan neden bu kadar kızar? Kendisine küfür mü edilmiştir? Madem kızıyorsun millet seni kızdıracak yorumu merak etmez mi? Ama etmez, çünkü maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir! Aklıselim insanları tenzih ediyorum. Benim dediklerim maydanoz ve roka cinsi olanlar salatalık cinsinden. Hiç düşünmeden hareket eden karşıdaki insanı dinlemeden yargılayan zihniyetin sembolüdür maydanoz. İşte bu aşamada “Aaa ben maydanoz olmuşum farkında değilim” diyen olursa onu “ayrıştırabilirim”!
Bu linkten yukarıda ki yorum cevabını görebilirsiniz ama benim yazdığım yorumu ve kişinin bana yazdığı cevabı göremezsiniz! Çünkü tarafından silindi! (Arşivim de kayıtlı! Küçük bir arızadan dolayı dosyalar karıştı, bulunca A-Z ye yazacağım blog’ta yayınlayacağım.)


Sizin bu saatten sonra bana yazdığınız tüm yorumları çöpe atsam ve siz kendinizi duyurmak için çırpınsanız, yazdığınız yazılarınızın bir de MB editörleri tarafından yayınlanmadığını görseniz siz ne yapardınız? Söylemek istediklerinizi söyleyememek çok zor ama söylemenize, yazmanıza izin verilmemesini daha onur kırıcı bulmaz mıydınız? İnternette bunları yazacak o kadar çok yer var ki her türlü formatta yazabiliriz. Zaten muhataptan başka kimse bu rezilliği üzerine çekmez o kişi bunu arar ve bulur.

Akıllı adam başına gelecekleri bilir ve hemen işi büyütmeden hatasını anlar ve özür diler. Defalarca özür dilemesini istedim ki bu iş bitsin. Ama maalesef kısa bir dönem sonra yine saçma sapan bir akıl blogu ile huzurlarımıza çıkıyor. İşte orada Beyefendinin her sözüne padişahım çok yaşa mantığı ile hareket edenlerden yüz bulduğu arka bulduğu sürece bu devam ediyor.

Şimdi maydanoz Davut kimdir açıklamasına tekrar gelelim. Maydanoz Davut sürekli aynı minvalde dolaşan ama yayınlanmayan yorumlar ve mesajlardan haberi olmayan kişidir! Yazılan yazıların o yorum ve mesajlar üzerinden kaynaklandığını bilmeden, konuya hâkim tavırlarla kişiye destek yazıları yazan kesimdir. Bir insan ancak bu kadar kasıtlı olarak başını kumdan çıkarmaz! Kim bilir belki de bu maydanoz Davutlar çakma isimle yazılan kişinin 2–3–4–5–6- vs kimlikleri de olabilir.

Bence kişi hangi isimlerle yazdığını açıklarsa esas dananın kuyruğu o zaman kopacaktır! Çünkü kendi kendine yazdığı yorumlar ortaya çıkacaktır!

Çünkü kimsenin yazısına ilgi göstermediği bir anda bu kimlikler devreye girerek diğer yorumcuları harekete geçirecek doneler ortaya sürecektir!

Çünkü bu kimlikler esas adamı destekleyici bloglar ile takviye güç olduğu ortaya çıkacaktır. Tabi tüm bunlar işi gücü dalavere olan millete her blog yazısında akıl vererek kendince üstünlük kurmaya çalışan zavallıların işidir. Tıpta bunlara ne denir doktorlar daha iyi bilir.
Bir de "her şakanın altında bir gerçek vardır" veya "gerçekler şakayla söylenir" gibi Ata sözlerimiz vardır. Varsayın bu da onlardan biri!!!

Konuyu irdelemekte, ayrıştırmakta, aynı düzey ve paralelde örtüştürme de, gönül hoşluğu ile paylama’da, paylaştırma da yarar var sanıyorum :)
Not: İstemeden sahte entelektüel davranış bozuklukları bana da bulaştı çok ÖZÜR dilerim!
M.Talip Girgin

Not: Resim www.loadtr.com

1 Eylül 2010 Çarşamba

Deh!.. Çüş!..


Blog yönetimine hiç aklından geçmeyen bir teklifte bulunacağım: bir blog muaşeret polisi kurmak! Trafik polisi olsun, ahlak polisi olsun, cinayet polisi olsun da, blog içi muaşeret polisi niçin olmasın? Günün her saati evlerinde veya iş yerlerinde yalnız, odalarına çekilmiş ve varsa; çoluk çocuğunu, eşini, ihmal eden; yoksa elin adamını veya kadınını taciz eden insanların (!) kimine “Deh!” kimine “Çüş!” diyecek resmi bir ağız mutlaka, mutlaka olması lazım!

İnternet ortamında; kadını yalnız tarlada görmüş, ormanda rastlamış, dere kenarında veya plajda gözetlemiş bir yığın aklı Selimiyelikler (!) Ayaküstü iki tek parlatıp, PC nin başına geçtiler mi, her omuzu yuvarlağı, her göğüs üçgeni, her etli dudak, her sürmeli göz karşısında, başlıyorlar kişneyip eşinmeye: Dil şakasından başlayıp (zamanla) el şakasına kadar…
İşte muaşeret blog polisinin copu burada havalanacaktır: “Çüş!”…
Kadınlı erkekli bir tatlı su kalabalığı yahut mektep veya iş kaçkını bir sürü Âvaremu…

Blog kategorisinde; ya bir erkeğin sayfasında, ya da bir bayanın sayfasında; tek kelimelik yorum trafiği içinde yutkunarak toplanmış çene çalıyorlar. Blog kategorisi herkesin kullandığı yaya kaldırımı gibidir. Yaya kaldırımı yolcuların değil, sanki babalarının!

İşte, blog muaşeret polisinin copu burada da havalanacaktır “Deh!”…

Her gün gördüğümüz, her gün iğrendiğimiz, her gün utandığımız bu misalleri istediğiniz kadar çoğaltmayı sizin hayalinize bırakıyorum. Haaa, muaşeret polisi gibi bir terbiye ekibinin ağzına bu iki kaba kelimeyi, “Deh”le “Çüş”ü niçin mi yakıştırdığımı soruyorsunuz?

Başkalarının, şaka veya gerçek yazmış olsun, birlik ve beraberliği çağrıştıran bir fikri ile alay edenlerin sıkıştıklarında; yönetime, çeşitli öneriler de bulunup, kaldırımı işgal edenlerin insanlığından şüphe ettiğim için!...

Başka web sayfalarında yayınlanan yazılardan rahatsız olanlar ancak kendini temize çıkaramamış insanlardır. Hiç kimsenin gerçeği öğrenme hakkını elinden alamazsınız! Hakaret içeren, hak edilmemiş (!) bir tek cümle bulursanız Haydi mahkemeye gidin “Deh Deh”

Kaynak: Y. Z. Ortaç 1955 Akbaba...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Blog Psikolojisi!

Nerde olursa olsun, kişi, kendi ekseni içinde ki insanlar ile pekâlâ dalgasını da geçer, geyiğini de yapar, bol bol hayata gülümsemesine devam eder. Hele ki kişi, ununu eleyip eleğini asmışsa değmeyin keyfine. Kişilerin ciddi veya ciddiyetsiz insanlarla grup kurmasına, bu gurup ile kendi aralarında üçtaş oynamalarına, körebe, saklambaç oynamalarına, birdirbir veya “evet “ “hayır” yarışması oynamalarına vs, kimse karışamaz!

Ancak söz konusu, kendi ekseni dışında ki insanların yazılarını, kendi ekseni içinde ki ciddiyetsiz kişiler ile alaya almak ve bu ciddiyetsiz insanların içindeki irini boşaltmaları için zemin hazırlamak, şeytanların avukatlığını yapmak demektir!

Bir yerlerde içine kor gibi oturmuş, yaralanmış olanlar bu acılarını dindirmek için eksen dışından gelen ve alaya alınan yazının altına, sakladıkları düşmanlıklarının dışa vuruşunun keyfini yaşarlar. İçindeki ezikliklerinden birilerinin yardımı veya şemsiyesi altından kurtulmak isterler.

Şimdi kişi; ekseni dışından aldığı bir yazıyı kendi çarpık çurpuk düşünce süzgecinden geçirerek, alaya alan bir yazı yazması ile tüm insanları değil, sadece kendi ekseni içindeki ciddiyetsiz insanlar topluluğunu eğlendirmeyi ve onlara içindeki irinlerini boşaltma imkânını vermiş olur! Dolayısı ile bu yazı bir günah tohumu olarak (ekilmiş) yazılmış olur.

Bu şeytanların avukatlığını üstlenen kişiler yazdıkları yazı ile ortaya çıkan yeni yeni düşmanlıkların, nefret ve kin duyan insanların vebalini sırtlanmış olurlar. Kötülükle beslenen “Hades” gibi bunu gülümsemeyle yapmaları şeytanın oyunundan başka bir şey değildir!

Not: Beni raydan çıkaranlar yüzünden, çizgimden zaman zaman uzaklaştığım için sürekli yazıştığım, diyalog içinde olduğum dostlarımdan özür dilerim. En az kötüler kadar yürekli olmazsak bu dünyada huzur ve sükûneti sağlamamız hayal olur!

19 Ağustos 2010 Perşembe

Benim İçin Cazip Olan...

En son yazım " 9, 5 KG Yayın Avımız." Milliyet Blog’ta 15.08.2010 tarihinde yayınlamış ve 94 kusur kez tıklanmış veya okunmuş. Oysa aynı yazı, aynı tarihte yayınladığım diğer sitelerde 3500 üzeri okuma ve 200 üzeri yorum almıştır.

Dört gündür sürekli yorumlara cevap yazıyorum! Kendime ait web site ve sayfalarım hariç yaklaşık yirmi siteye yazıyorum. Hemen her yazıyı gönderdiğim 15 e yakın site var ama bazen 11–12 gibi siteye gönderebiliyorum. Yorumlara cevap yazmaya yetiştiremiyorum. Dolayısı ile zamanında cevaplanmamış yazılar benim üzerimde kambur oluyor, öyle hissediyorum. Ayıp olduğunu düşünüyorum.

10’a yakın sitede kendime ait köşem var, istediğimi yazar, istediğimi silerim. Editörü benim. Diğer sitelerde de aynı ilgiyi gösteriyorlar sağ olsunlar. Edebiyat ve başka alandaki siteleri katmıyorum! Onlarla birlikte otuza yakın site diyebilirim.

Sayı olarak, 300 bin civarında bir potansiyel bir o kadar da misafir izlemektedir. Sitelerden gelen davet üzerine gidip yazılarımı insanlarımızla paylaşıyorum. Beni davet eden arkadaşlarım genelde sitedeki köşemi hazırlayıp öyle çağırıyorlar! :) Yazımın sonunda size bir iki örnek yorum vereceğim ama asıl söylemek istediğim; Milliyet Blog ile ilgili;

Milliyet Blog’ta kendini yetiştirmiş insanlar, kabına sığamamakta ve tek tek yok olmaktadırlar!Milliyet Blog bu noktada tecrübeli yazanlarını elinde tutmanın bir yolunu bulmalı veya bu konuda bir yenilik yapmalı diye düşünüyorum. Milliyet blog güzel bir site ve bu siteyi gözden düşürecek içerikleri iyi analiz etmek gerekir.

Burada öğrendiklerimin beni diğer sitelerde özel kılmasının ana nedeni dersine iyi çalışan bir öğrenci olduğumu gösterir!
Başarı varsa eğer onun kaynağı burada elde ettiğim deneyimler sayesinde olmuştur inkâr edemem.

Fakat bir blog yazıp editörlerin sunumuna bırakmak, insanın kendini kasap dükkânının önünde ciğer bekleyen kedi gibi hissetmesine neden oluyor!

Bilgi ve birikimlerinin toprak olmaması ve birilerine “faydası olsun” diye yazmak isteyenler buyursun yazsınlar ama egolarını tatmin için polemik peşinde koşanlara tanınan özgürlüğün; hak ettiği cevabı verme noktasında da bizim elimizden bu özgürlüğün alındığında, bizler bu cevapları bize özgürlük ve imkan tanıyan başka web sayfalarından vermek zorunda kalıyoruz!

Bu her ne kadar yakışık almasa da buna mecbur bırakıldığımız göz ardı edilmemelidir. Bu hareket bile ego tatminlerini giderme konusunda hareket edenleri izaha ya getirmeye yetiyor!

Diğer balıkçı vs sitelerde yayınlanmakta olan yazılarıma gelen birkaç yorum sunuyorum size.

—Yazı çok güzelmiş. İnanın üslup harika ilk önce bir hikâyeden alıntı sanmıştım. Tebrikler ediyorum Sait Faik hikâyeleri gibi. Yalnız hikâye heyecanlı yerinde kesildi...Hikâye güzel, anlatım akıcı; kitap olsa hikâyenin sonuna kadar okunur. Bizim hevesimizi yarım bıraktığınız için biraz darılmakla beraber arkası yarın bekler gibi bekleyeceğiz. Yalnız biraz insaflı olun... bekletmeyin...Teşekkürler Uzm. Dr….

—Sevgili Talip kardeşim, Sivrice'de denize bakan penceremin yanında, bu güzel raporunu ve av hikâyeni okumak izlemek, yanında da kahvem ile birlikte öyle bir keyif aldım ki, seni ve diğer arkadaşları kutlar afiyet olsun derim. Sizlere sevgiler, hoşça kalın. Orhan Küçükbiçmen1950- Fatih- İstanbul Sivrice- Çanakkale…

—Talip bey, önce av için tebrikler. Amma asıl tebriki anlatım için alman lazım. Balık avında aç kalabilirsin, lakin bu ifadeyle kaleminle karnını doyuracağın kesin... Yazmaya devam... Mahmut kırnık /Tokat

—Bu rapor av ötesi bir rapor olmuş. Bu zahmete değer bir balıkta almışsınız. Eee beni de çok güldürdün her zaman ki gibi. Senden ve Gürol abiden Allah razı olsun. Tebrikler abi kendini özletme hep raporlarını bekliyorum GÜRCAN TATAŞ 1975/İzmir

—Abicim su anda saat burada gece 00.09 Ve ben tam bilgisayarı kapatıp uyumak üzereyken " Son bir kez daha gireyim bakalım neler oluyor sitemizde, yeni raporlar var mı" dedim ve girdim (acayipte uykum vardı) Senin yazıyı gördüm bir kapıldım bu romanın içine hem güldüm hem uykum acıldı Yahu ne söyleyeyim. Allah’ta seni güldürsün. Ne kadar samimi yazmışsın be abi İkinci bölümu bekliyorum. Yarın okumak isterim. Sağlıcakla kal. Rastgele... Emrah- Kinabalu/Malezya

—Talip bey döktürmüşsünüz resmen. Ne diyeyim kaleminize sağlık, bileğinize yüreğinize sağlık. Okan BAKIR AKHİSAR/MANİSA/ RUSYA

İşte iletişim, işte üslup! Sadece bir yazıma gelen aynı tad ve samimiyette 200 yorum. Doktoru, mühendisi, bilgisayar programcısı, işçisi, işsizi, Savcısı, Avukatı, Fabrikatörü, Atölyecisi, Hocası, Öğretmeni, Pazarlamacısı; Uluslararası boyutu ve Memleketimin her yerinden, Talip ağabey, Talip kardeş, Talip Bey, Talip amca, Talip Üstat, Talip Hocam diyen, aynı paralelde yolculuk yaptığım binlerce insanımız.

Irkçılık yok, ayırımcılık yok, polemik yok, özünde insanlık ve sevgi var, bildiklerimizi paylaşmak veya öğretmek var. Kısacası kavga yok huzur var. Kalleşlik yok birlik var. Dosta özlem, sevgi duymak içinde büyütmek onu yaşamak var. Memleketin her yanına davet var. Balık bahane muhabbet ve dostluk şahane; işte cazip olan bu! İşin en güzel yanı oltanın ucuna odaklandığında herkes aynı elbiseyi giyiyor. Bir balık karşısında ne kadar çaresiz kalan Beyler, Amirler, Bürokratlar;
Benim için cazip olan karşı taraf ama vefasızlıkta yapmak istemiyorum! Öyleyse düşe kalka bu yolda sonuna kadar devam…
Saygılar...

6 Ağustos 2010 Cuma

Kitap hakkında yazılanlar...

Yurdagül ALKAN: ANADOLU’DAN SEÇME ÖYKÜLER

Milliyet Blog yazarlarından Emekli Bankacı Yurdagül Alkan, Ocak ayında kutsal bir amaç için MB üyelerine ait öykü-deneme yazılarını bir duyuru ile toplayıp, liste halinde oylamaya koydu. Oylama sonucu 50 öykü-deneme seçilerek basılmak üzere gerekli hazırlıklar yapıldı.

Hayır yapmak amacıyla başlatılan bu girişim, çok farklı bir şekilde sonuçlandı. Haziran başında kitapçılara dağıtılan “Anadolu’dan Seçme Öyküler” kitabının serüvenini Yurdagül Hanım şöyle anlattı:

-Merhaba Yurdagül hanım, öykü kitabı bastırma girişiminizin amacı neydi?

-Merhaba; Ayten Hanım! Bildiğiniz gibi MB’da yazan arkadaşların katkısıyla, geliri Lösemili Çocuklar Vakfına bırakılmak üzere, tüm masrafları tarafımdan karşılanan bir kitap bastırmayı duyurdum. İlgi yoğun oldu, arkadaşların büyük bir kısmı bu hayır işine katkıda bulunmak istedi. Kitabın basımı daha kısa sürede sonuçlanabilirdi, ama bağışlamak istediğim kurumların duyarsızlığı beni çok üzdü… Lösemili Çocuklar Vakfı, isim ve amblemlerinin kullanılmasını istemedi, sadece nakit para istedi. MB adının kullanılması istenmedi. Kadri Kanpak arkadaşımızın girişimiyle TEMA ile bağlantı kuruldu. Sevinerek kabul ettiler, ama öykülerin içinde toprak, çiçek, böcek olmadığını görünce vazgeçtiler. Bende hayrımı başka bir yerde değerlendirmek üzere kitabı bastırdım. Yayınevi İstanbul’da olduğundan görüşmeleri Kadri Bey yaptı. Kitabın adını da o koydu. Burada teşekkürlerimi belirtmeyi görev bilirim.

-Biz de teşekkür ederiz. Hangi yazarların öykü-denemeleri var?

-196 sayfadan oluşan kitapta 50 öykü-deneme yer alıyor.

1- Yasaktır Bizde Anneler Günü- Yurdagül ALKAN
2-Türk Kahvesi- Kadri KANPAK
3-Yolumun Kesistiği Küçük Ama Dev Bir Adamdı- Ata Kemal ŞAHİN
4-Öksüz Yavrunun Annesi- Yurdagül ALKAN
5-Sigara İçenler Artık Ölecekleri Günü Bilecekler- Erol IŞIK
6-İnecek var Son Durakta- Sibel Unur ÖZDEMİR
7-Balkan Şehidimiz Ethem Çavuş'un Mirası- Yurdagül ALKAN
8-Sevgiyle Dindirmek Acıları- Ata Kemal ŞAHİN
9-Kaya- Ali AÇIKÖZ
10-Bizdeki 24 Kasımlar- Yurdagül ALKAN
11-Kanadına Sevgi Yazan Kuş- Cansın EROL
12-Duru'ldu O Gece- Ata Kemal ŞAHİN
13-Hayaller ve Gerçekler- Erol IŞIK
14-Farklı bir Yaşam- Yurdagül ALKAN
15-Can Vermeseydiniz Bana- Sibel Unur ÖZDEMİR
16-Yaşanmış Bir Hikaye- Naile ASLAN
17-Annesinden Nefret eden Kız- Erol IŞIK
18-Mucizevi Bir Olay- Yurdagül ALKAN
19-Anneye bir Gün, Evlada Her Gün- Ali AÇIKÖZ
20-Telepati - Ayten DİRİER
21-Sevgili Kuzenim Mustafa'ya ithafen- Naile ASLAN
22-Göklerde Uçmak- Fahrettin ÇİTİL
23-Çay İkramı- Yurdagül ALKAN
24-Durun, Durun Biraz! - Ayten DİRİER
25-Yüreğime Kor Ateşler Düşürme- Turgut ERBEK
26-Ayşe Bebek- Nurhan ŞAHİN
27-Bir Yakışıklının Hikayesi- Sevilay Gülcek ŞENSÖZLÜ
28-Mutluluk Bakış Açınızda- Sevilay Gülcek ŞENSÖZLÜ
29-Mor Menekşeli Mendil- Tülin AKSOY
30-Asil'in Asaleti- Sema TOPÇU
31-Yağmur- Nilgün AKAD
32-Malatya- Nilgün AKAD
33-Yaşam Sevinci Verebilmek- Hülya GÜLCEK
34-Kavak ağacı ve Kabak - Hülya GÜLCEK
35-Diyen Gitti mi Anne?- Sema ÖZTÜRK
36-Bacak- Emel YEŞİLKAYALI (Sufi-su)
37-Ben de Büyükbaba Oldum- Hakkı UYSAL
38-Hüznü Sevmek- Zühal VOİGT
39-Puslu Yıllar- Işık KAPLAN
40-Geçmişin Dip Akıntıları- Melek ÇORUH
41-Siz Helalleşebildiniz mi?- Talip GİRGİN
42-Mutluluk Öyküsü- Recai ŞAHİN
43-Yine Boza Alıp İçer miyiz Anne?- Sabiha RANA
44-Arnavut Kaldırımları- Selma TAŞDELEN
45-Benim İşim Saymak- Nilüfer VELDET
46-Gülizar Anne- Ruksan İLDAN
47-Her Güzel Şey Sevmekle Başlıyor- Fatma İYİBİLGİN
48-Atatürk, Anıtkabir
49-Halil Ustanın Eşeği- H.Hüseyin Dulun
50-Sevgi Emek İster- Gülgün Karaoğlu

-Kitap hangi yayınevi tarafından basıldı?
-İkinci Adam Yayınları/ Öykü Dizisi, Kadıköy-İstanbul
-Dağıtımı nerede yapılacak?
-D&R
-Böyle yüce bir girişimi düşünen Yurdagül Hanımı tanıtır mısınız?:)

-ANADOLUMUZDAN BİR KADIN
Dünyaya uyuz ebesinin ellerinde merhaba diyerek, kaptığı uyuz hastalığı sebebiyle, sekiz ay anne baba kucağı görmeyen, büyükannesinin şefkatiyle yaşam savaşında direnen, sevgisiz minnacık bir kız çocuğu;

Yeni doğacak kardeşi için babasının "ne yapayım ben kızı, erkek olsun da, taştan çamurdan olsun" diyerek ilk ruhsal yıkıma uğrayan, horlanan bir abla adayı;
Okulda hep başarı beklenen, tatillerde oyunla tanıştırılmayan, şartlara göre büyük-küçük olan ama hep aktif öğrenci;

Eğitimini öğretmenlerinin teşvikiyle, gizlice girdiği sınavları kazanarak devlet okullarında yatılı devam ettirerek, yaz tatillerinde gülçiçeği, tütün ziraati ve hayvancılıkta ailesine yardımcı olduğu;

O yaz tatillerinde ki, henüz nasırlaşmamış narin parmakları kanayana kadar, halı tezgahının başında ümitlerini, ümitsizliklerini ve çaresizliğini ilmek ilmek halının motiflerine dokuyan bir genç kız;

Evde bir takvim olmadığı için çok istediği bölümün sınav gününü kaçıran zavallı;
Daha sonra kazandığı üniversite eğitimine "ekonomik sıkıntı" sebebiyle engel olunan;
Babasını kaybedince "evin babası, küçük kardeşlerinin hamisi" ilan edilen kendi küçük, görevi büyük mes'uliyetli;

Kaderinin kendisine çizdiği yolda, Ülkemizin üç büyük bankasından birinde, çalışma hayatına başlayan;

Kardeşlerinin gelecek güvencesi karşılığı, damat adayına "promosyon" olarak gelin edilen,

İş yaşamında özveri ile çalışmasına karşın "bayan" olduğu için terfilerde engellerle karşılaşan;

Küçük vilâyetlerin sosyal töreleri ve kurumların bu törelerle sıkı bağlantılı kaideleri işlemektedir. Bir kadının şef olmasının zor olduğu sabit fikrini aşmadaki sıkıntıları, inancını yitirmeden, sabırla, çalışmayla göğüsleyen;

Kendini kanıtlamak istercesine, katıldığı mesleki kurslarda dereceli başarılarının yanı sıra dışardan sınavlarla eksik eğitimini tamamlayan,

Efendim, "Anadolu'da bir kadın, bir bayan banka müdiresinden, rica edip kredi talep edemezmiş" fikir zincirini kırıp zorluklarla, beyin gücü ve emeğinin karşılığına kavuşan,

Çocuklarının üniversite eğitimleri sebebiyle aileyi göçe zorlayan bir anne...

İstanbul, yaşaması keyifli, imkanları kısıtlı olanlar için sıkıntılı bir şehir...Burada, ailenin ekonomik gücünü artırmak için, gecenin üçlerine kadar evde ek gelir çalışmaları (imitasyon bijuteriler) yapan bir ev reisi,

Son zamanlarda, toptan gıda dağıtımı ticaretinde, ikinci planda görülen, lojistik güç ve yönetici pozisyonunda aktiviteye devam eden;

Bu vesile ile tanıdığı serbest ekonomi piyasasında, Büyük alış-veriş merkezleri karşısında zaafiyete düşen, yok olma riskiyle karşı karşıya kalan bakkalları, tek logolu, sivil çatı altında toplayarak, onlara ekonomik ve sosyal güç kazandırma yolunda, (onları devasa bir hipermarketin alım ve satım gücüne ulaştırmak) çalışmalarına inançla devam eden,

En son olarak Milliyet Blog yazarlarının öykülerinden oluşan bir kitap çıkarma organizasyonunda aktif rol üstlenen,

Tüm bu sıkıntılardan sonra geldiği noktaya şükrederek inancını besleyen, adaletinden ve dürüstlüğünden taviz vermeyen, yaratılan her canlıyı doğayı, hayvanları, insanları ve yardımlaşmayı çok seven Anadolumuzdan bir kadın...

O, benim işte...

-Teşekkür ederim Yurdagül Hanım… Hayır yapma amacınızın sürekli olmasını, ecrini görmenizi diler; nice başarılı girişimler temenni ederim. Sevgiler, saygılar…

-Ben de teşekkür ederim. Ayten Hanım! ..... Gönül tellerimiz aynı amaçlar için titriyor. Başarılar, esenlikler dilerim.

***

KİTAP TANITIM TOPLANTISI

-12 Haziran 2010

-Saat: 14.00

-Katılım ve bir kitap bedeli 15.00 TL dir. Salon 150 kişi kapasitelidir.

Gerektiğinde: Yurdagül ALKAN ’ A mesaj yazarak veya 0 538 528 39 81 den iletişim kurulabilir.

-ADRES: İst-Beyoğlu-İstiklal cad. (Taksim-Galatasaray arasında) Ayhan IŞIK sok. no: 6 kat: 3-4 İktisatlılar(İÜ. İFMC lokali) 0 212 292 60 64

Hobi birliğinde olduğumuz MB camiasını bekliyoruz… Gönüller dolusu selam ve sevgilerimizle.. Yurdagül ALKAN – Kadri KANPAK

PROGRAM

-14.30’da M.Talip GİRGİN’in konuşması

-14.35’te Nejdet GÜRÇİFÇİ’nin konuşması

-14.40’ta Yayın Danışmanım Kadri KANPAK'ın konuşması

-Yurdagül ALKAN’ın teşekkür konuşması

-3 katılımcının konuşması

Kitapta öyküsü yayınlanan ve motivasyonla katkıda bulunan tüm blogdaşlara şimdiden teşekkür ediyorum. Saygılarımla

Yurdagül ALKAN

Alıntı http://www.aytendirier.com/blog/blog.asp?id=397

13 Temmuz 2010 Salı

Bizim Kitabımız!



Sevdiğine kavuşmak isteyen çılgın bir aşık gibi hızlı adımlarla aradığım kitapevine doğru yürüyordum. Gözlüklerim, boynuma asılı küçük bir salıncak gibi bir sağa, bir sola, savruluyordu. Alnımdaki küçük damlacıklar hızlı yürüdüğüm için gözlüklerime nazire edercesine; yağmur damlacıkları gibi şıp şıp damlıyordu. Bazen uzun saçlı gençlerin, saçlarını geriye doğru attırması gibi, bende olmayan saçlarımı yana doğru attırarak alnımdaki damlacıkların havada dans edişini seyrediyordum…

Sanki cebimdeki sihirli anahtarın üzerindeki inciye dokunmuş, bütün dünyayı dondurmuştum! Sadece benim ayak seslerim ve alnımdan aşağıya düşen ter damlalarının çıkardığı cam kırığı sesleri vardı! Kolay değil tabi ilk defa yazar sıfatı ile bir kitapevine koşturarak gidiyordum! Hiç aklımızda yokken, piyangodan çıkmış gibi olmuştu bu yazarlık işi! Nihayet aradığım kitapevini gördüm. Bütün heybetimle kitapevinden içeriye adeta yuvarlandım…

“Buyurun beyefendi” dediler.

Eh buyuralım bakalım…

Sanki kitap evindeki kitapların yarısını ben yazmış gibi havalara girmiştim. Entelektüel bir görüntü vererek stantların arasında gezinmeye başladım. Gözlüklerimi gözüme takıp yalandan kitaplara bakarken bir yandan en son yayımlanan kitapların bulunduğu stantlara göz gezdiriyordum.

Adım adım tüm rafları ve ara stantları gezdim bizim kitabımıza rastlamadım… Alt kata indim promosyonlu kitapların arasında bile aradım ama nafile bulamıyordum aradığımı! Bu defa ikinci kata çıktım burada da CD,DVD filan satılıyordu tekrar aşağı indim. Önce "adım" "adımdı," şimdi “karış” “karış” dolaştım, yine bulamadım ortak kitabımızı! Arkadaşlar haklı dedim; galiba tuttu bu kitap işi! Bizim kitabımız "yok" satıyor olmalı!

Sonunda bulamayacağımı anlayınca tezgahtar kıza; “Anadolu’dan Öyküler adlı bir kitap arıyorum” dedim. “Hemen bakalım beyefendi” dedi tezgahtar kız. Bilgisayardan kısa bir arama yaptı ve “Anadolu’dan Seçme Öyküler adlı kitap var aradığınız bu olabilir mi?” Dedi.

-Yazarı kimmiş” dedim! “Y.A ve K.K” (!) diye cevap verdi tezgahtar kız.

(Garip bir şekilde, kanımın çekildiğini hissettim. Aslında “MB. yazarlarının ortak kitabı” demeli ve ya otuz üç yazarın adını söylemeliydi tezgahtar kız! Bütün havam söndü tabi… oysa az önce kurduğum hayallerde bu tezgahtar kıza; "ben bu kitabın yazarlarından biriyim" deyip, kitabın birini imzalayıp vermiştim bile! Hemen hayalimin içinden hediye ettiğim o kitabı geri aldım. Gıcık kaptım şimdi ben bu tezgahtar kıza canım!

Saçları bakımsız hatta kafasında yüzünde sivilceler vardı! Ayakkabıları boyasız, tişörtü yıkanınca çekmiş gibi göbeği görünüyordu. Taktım kardeşim şimdi ben bu tezgahtar kıza; kör müsün kardeşim, baksana kitabın dördüncü beşinci sayfasına!!! Tam otuz üç tane MB yazarının yazılarından oluşmuş bu kitap. Sen nasıl bana, sorduğumda, sadece iki kişinin ismini söylersin?)

-“Evet aradığım kitap o” dedim…

“A.S.Öyküler” adlı kitabı; defalarca baktığım rafta, başka kitapların arasına sinmiş bukalemun gibi renk değiştirirken bulduk! Şu ana kadar hiçbir kitap benden böyle gizlenmemişti!

Satıcı kız, tek kalmış kitabımızı raftan alıp, elime düşük yapmış bir kadının cansız bebeği gibi tutuşturdu! Kitabı elime aldığım o’ andan itibaren bir soğukluk oldu bende. Oysa tam tersi duygularla gelmiş, kitabı buluncaya kadar kan ter içinde kalmıştım… zaten kitabın başlığını daha önce tartışmış, kendimi bu olumsuz düşüncenin mahsulüne alıştırmıştım!…

-Kitabın kapağında; “A.S.Öyküler” Hemen altında, Y.A ve K.K yazıyordu…

-Bismillahirrahmanirrahim (!) diyerek kapağı açtım ve “yeni” sayfada yine aynısı yazıyordu: “A.S.Öyküler” Hemen altında, Y.A ve K.K yazıyordu…

-Sayfayı tekrar çevirdiğimde, bu kez sağ tarafta “Yeni sayfada “A.S.ÖYKÜLER” … sol tarafta ise isimler mail adresleri ile birlikte yazıyordu.

Yayına hazırlayan: Y.A. (yurdagülalkann@hotmail.com)- Yayın Danışmanı: K.K (kadrikanpak@hotmail.com ) vardı…

-Çevirdiğim dördüncü sayfanın başında “Ön Söz” ve yine içinde Önce Y.A ve sonra K.K vardı!

K.K ın çok methettiği ön söz’ü; defalarca okudum ama maalesef hiçbir şey anlamadım… tabii ki suç onda değil, benim algılama şeysimden kaynaklanıyor! Şöyle diyor yazar “ön söz” de:

-Anadolu Anadolu dünya arazisinin en ortasındaki parsel… (Öyledir herhalde birileri ölçmüş olmalı.)

-Anadolu Anadolu yer kürenin ortasında nazarlık gibi duran bir yarımada…( Ben, daha çok, gelmiş geçmiş kavimlerin mezarlığına benzetiyorum!)

-Anadolu Anadolu dünya tarihinin en eski yerleşimlerinin bulunduğu derinlik. (Bende onun için mezarlığa benzettim ya )

:))

-Yaşanmışlıkların en temel izi Anadolu’da üreyen lezzetler…

(Hayda, dünyanın ortasındaki parsel, en güzel yarımada, dünya tarihinin en eski ev sahibi ve üreyen lezzetler… ne bu keklik mi? Bıldırcın mı? Yaban kazımı üresin be kardeşim… he he he şaka yapıyor olmalı arkadaş…lezzet ürer mi yahu, kümes hayvanı mı bu? Şaka tabi bu benim algılama şeysimden kaynaklanıyor :)) )

-Anadolu Anadolu yaşanmışlıkların hatırası olan öyküler, öyküler… (Yok yalan vallahi benim öyküm Trakya’da geçiyor:)). Hem Anadolu’ya ben bir kez gittim. Askerdim yani işte o zaman gittimdi!)

-İşte bu Anadolu’da teknolojiden sonra üreyen M.B'ta yazılan öykülerden seçme 50 öyküyü size kağıtla mürekkeple sunuyoruz.

( Bu cümleden bir şey anladıysam Arap olayım. Araplar hiç gücenmesin isterlerse onlar da beyaz olsun. Efendim ne demek teknolojiden sonra üreyen? Teknolojiden önce Anadolu’da hiç öykü ürememiş mi?(yazılmamış mı?) İnsanları tavuk gibi, kaz gibi, ikide bir ürüyor diyerek benzetilme yapılması hiç yakışık bulmamış. Kağıt nerede, mürekkep nerede? Klavye var artık, teknoloji var!!! Bir kere bu 50 öykü Milliyet Blogta yazılan öykülerden seçilmemiştir! Şayet öyle olsaydı belkide bir çoğumuzun gönderdiği öykünün mesamesi bile okunmazdı! Şöyle yazılabilinirdi mesela; Lösemili çocuklara yardım maksadıyla bastırılacak kitap için gönderilen 93 adet öykünün içinden kafamıza göre 50 adet öyküyü seçtik; yardım dernekleri bize yardımcı olmayınca (!) biz de kimseye danışmadan kendimizi MB sözcüsü gibi görüp bu öyküleri kitaplaştırmaya karar verdik! Zaten parayı da biz verdiğimize göre vs vs…! İşte o zaman alkışlardım sizi)

-Bu sunumun da kısa öyküsü; hayır kurumu için başlanan bu çalışma iki hayır kurumundan gereken ilgiyi görmediği için “madem başlandı o zaman bitirilmeli” diyen Y.A’ın özverili çabasına verdiğim desteğin ve ikinci Adam Yayınevi’nin emeklerinin ürünü olarak size ulaşmıştır.

Her bir öyküyü hissetme tadında okumanız umuduyla…

K.K

Efendim söz konusu iki hayır kurumlarının verdikleri cevapları yazılı ve imzalı olarak MB‘a sunulması gerekirdi. Ayrıca hayır kurumlarının istediği belgelerin neler olduğu iyi anlatılmalıydı. Noterden istenilen evraklar ise zor olmasa gerek! Ayrıca yayın danışmanı bu engelleri aşmalıydı.

Neyse ön söz’ü geçtik ve sayfayı tekrar çevirdik….

Geldik içindekiler bölümüne;

İlk yazı, Y.A İkinci yazı, Y.A Üçüncü yazı, Y.A Dördüncü yazı, Y.A Beşinci yazı, Y.A Altıncı yazı, Y.A Yedinci yazı, Y.A Hani her yazar üç tane yazı göndermişti? Y.A özelliği nedir ki kendisinin yedi yazısı yayınlanmıştır? (Diğer yazarların bu noktada hakkını aradığım için buna saldırı ve taciz diyorlar.)

Bu tip sıralı yazımlarda isimler alfabetik sıraya göre yazılırsa insanlar bunun altında bir şey aramaz!

Bu hesaba göre;

23 yazarın 1 yazısı: 7 yazarın 2 yazısı: 2 yazarın 3 yazısı: 1 yazarın 7 yazısı yayımlanmıştır!

23 yazar yayımlanan 1 yazısı için 250 TL: 7 yazar yayımlanan 2 şer yazısı için 500 TL: 2 yazar yayımlanan 3 yazısı için 750 TL: 1 yazar ise yayımlanan 7 yazısı için 1750 TL telif ücreti alacaktır. “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” Milliyet Blog yazarlarının ortak kitabında (!) çok adilane bir paylaşım olmuş doğrusu! Arkadaşları bu engin düşünce ve vicdani matematikleri için alkışlıyorum….

Sonraki yazı K.K ait! (Bal tutan parmağını yalar)

Sayın Y.A alfabetik sıraya göre hesapladığımızda yirmi sekizinci sırada olması gerekirdi! Tabi her harften başlayan bir yazar adı olmadığı… fakat aynı harften birkaç yazar olduğunu düşünürsek; Y.A mevcut yazar sıralamasında 32 sırayı alacaktı! Ne düşündüğünü bilemiyorum ama muhtemelen, her zamanki gibi kendi inisiyatifini MB ortak değerlerinden üstün kılarak bu kararı aldığı görülüyor!

Tabi ki ekibin parçası K.K ta aynı yolu izleyerek kendinden önceki 13 kişinin önüne geçerek ikinci sıraya adını yazdırmıştı!
İçindekiler listesinin olması gereken sıralaması, böyle olmalıydı:

1. Ali Açıkgöz 2. Ata Kemal Şahin 3. Ayten Dirier 4. Cansın Erol 5. Emel Yeşilkayalı 6. Erol Işık 7. Fahrettin Çitil 8. Fatma İyibilgin 9. Gülgün Karaoğlu
10. Hakkı Uysal 11. Hülya Gülcek 12. H.Hüseyin Dulun 13. Işık Kaplan 14. K.K 15. Melek Çoruh 16. Meral yağcıoğlu 17. Naile Aslan 18. Nilgün Akad
19. Nilüfer Veldet 20. Nurhan Şahin 21. Recai Şahin 22. Ruksan İldan 23. Sabiha Rana 24. Selma Taşdelen 25. Sema Öztürk 26. Sema Topçu 27. Sevilay Gülcek 28. Sibel Umur Özdemir 29. Talip Girgin 30. Turgut Erbek 31. Tülin Aksoy 32. Y.A 33. Zuhal Voigt

Böyle bir liste ve her isimin en az iki öyküsü yayımlanmalı ve eşitlik sağlanmalıydı. Elli yazıya neden bağlı kalınmıştır anlaşılır gibi değil. İllaki elli yazı olması gerekiyorsa idi; daha on yedi yazarımızdan birer yazı isteyebilirdik değil mi?


1- Y.A- 7 yazı
2- K.K- 1 yazı
3- Ata Kemal Şahin- 3 yazı
4-Erol Işık- 3 yazı

Bu şekilde başlayan bir sıralamanın hiçbir haklı ve tutarlı gerekçesi yoktur. Tamamen kibir, görün benlik, kendini beğenmişlik vardır. Çok yazıdan az yazıya doğru desek bile; K.K bir yazı ile ikinci sırada olması bu sav'ı çürütüyor. Kaldı ki böyle demeye kimsenin hakkı yok. Herkesin eşit sayıda öyküsü olmalı ve alfabatik sıraya göre liste yapılmalıydı. Adil olanı buydu! Eşitsizlik tüm yazarlar arasında söz konusu. Bunun nedenini daha önce sorduğum halde sorumlulardan alamamış olmam çok enteresan…

Bir çok yayınevi yayımladığı kitabın en az 25-50 adedini yazarına, yakınlarına dağıtsın diye verir. Gülgün Hanımın dediği gibi, kitapta öyküsü bulunan yazarlara birer tane kitap göndermek iyi bir jest olabilirdi.

Günlerce M.B kitabın reklamı yapıldı ve tartışıldı…

“Lösev Vakfı” işi olmadı… “Tema” işi olmadı…(İyi ki de olmamış rezil olurduk! Hikâyelerin orman ve ağaçlarla hiçbir alakası yok çünkü) M.B yöneticileri bu talebi hangi gerekçe ile kabul etmediler bu da anlaşılır değil. En azından sonraki oluşumlar için örnek bir açıklama olurdu.

İllâki kitabı bastırma ısrarı niye? “Madem başlandı öyleyse bitirilmeli” demek ne kadar doğru? Bizler bu öykülerimizi siz kendinizi tatmin edesiniz diye göndermedik ki! Bize sormanız gerekmiyor muydu?

Hadi diyelim tüm bunlar acemilik, yardım kuruluşlarından gerekli ilgiyi bulamadınız ve kendiniz böyle bir kitap yapmaya karar verdiniz. Kitabın kapağının nasıl olması gerektiği konusunu sormadınız, kitabın isminin ne olacağı konusunu tartışmaya açmadınız, önsöz’ün, MB yazılarını ve yazarlarını temsil edip etmediğini tartışmaya açmadınız, kitabın arka sayfasına, kendinize ait bir kitapmış gibi kişisel hikâyenizden bir bölüm sundunuz…Hepsine eyvallah!!!

Günlerdir MB sayfalarını işgal ederek, olumlu olumsuz düşüncelerinizin yanında kitabın adını ön plana çıkararak gündemde tutmaya çalıştınız. Kitapta öyküsü olan veya olmayan insanlara hitap ettiniz, davet ettiniz…Her fırsatta MB yöneticilerine baş vurarak şikayetlerinizi ve memnuniyetliğinizi (!) bildirdiniz!

Sizi okuyan veya okumak zorunda kalan blog arkadaşlarınıza, size bu imkanı sağlayan MB yöneticilerine, kitabınızı tanıtan, satan, basımını yapan “İkinci Adam yayınları” çalışanlarına, yorumla destekleyenlere, canı gönülden bir “TEŞEKKÜR” edemez miydiniz?

Nerede Teşekkür yazısı?

Sayın Y.A; kitabın önü K.K nın, arkası sizin! Arada biz diğer yazarları sıkıştırarak sandviç yaptınız! Keşke kendi kitabınızı yapmış olsaydınız…

Polemik işte böyle bir şeydir…günlerce haksız olarak yazdınız çizdiniz, gerçekleri öğrendikçe yazdıklarınızdan rahatsız olup sildiniz! Ama hiç pes etmediniz…

Lösemili çocuklardan özür diliyorum, bir ağrı kesicilerini almaya bile faydamız dokunmadı! Oysa telif haklarını öykü başına paylaştıran zati muhteremler…parayı bir hesapta toplayıp, Özel bir gece( tanışma ve sohbet gecesi) düzenleyerek MB yazarları adına Lösev dernek başkanına takdim edebilirlerdi!

Bunun için bir engel var mıydı danışman efendi?

Kitap benim gözümde şimdi daha da negatiftir…

Kitabın satışından elde edilecek telif haklarını, yukarıda söylediğim gibi, yapılacak özel bir toplantı ve tanışma gecesinde yine” Lösev vakfı” başkanına nakit olarak takdim etmeyi teklif ediyorum.

Aksi taktirde; Kitabın "yok" satması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir o kitap "Lösev vakfı" için niyet edilmiş ve bir şekilde geliri o hastalara verilmelidir. Bizler bu amaçla öykülerimizi göndermiştik!!! Ancak kitap, benim gözümde bu şekilde pozitif bir değer kazanmış olur… Kitap satışlarının iyi olduğunu söyleyen muhteremler "Hayır" işlemekten vaz geçip işi ticarete dökmüş görünüyorlar! Hiç hayırdan hasenattan bahseden yok, başkalarının yazılarından oluşan bir kitabı yapmak o kadar zor değil! Benim, Allah rahmet eylesin (!) sevgili "Orhan Uyanık" ağabeyim "Benim cennetim İğneada" adlı eserini tam 13 senede yayınlayabildi... siz hazır yazılar için dört ay uğraşmışsınız diye nerdeyse sırtınızda taş taşıdığınızı söyleyeceksiniz!

Her aklı başında bir insan, bu kitabı eline aldığı anda; gurur, kibir,kendini beğenmişliğin en üst safhasında olduğunu görebilir!

Saçma sapan bir isim ve kapak dizaynı, saçma sapan bir ön söz, saçma bir arka kapak yazısı. MB temsil etmeyen kişisel düşünceler. Kitabın başlığını ve önsöz'ünü yapan kişi, kendi kitabını yapıyormuşcasına emek vermiş ama sosyallikten eser yok! Kitabın finansörü; verdiği parayı kurtarma telaşı içinde! Kankisi ile birlikte polemik yazıları ile kitap tanıtımı yapmakta olduklarını alenen beyan etmişlerdir (!) hiç alakası olmayan yorum ve yazılarda kitabı anmak için hayali insanlarla polemik içindeler. Yazar dediğin ağır olur, böyle ucuz numaralar ile kitap pazarlanmaz! (Saldırı, taciz gönül hoşluğu) aklımda kalan bunlar:))

Durduk yere kendilerine düşman icat edip onun üzerine blog ve yorumlar ile kitabın güncelliğini korumaya çalışıyorlar...
K.K kendi problemlerinden kurtulmak, kendi yanlışlarını örtbas etmek, kendine yardımcı bulmak için Y.A kullanmaktan çekinmemiştir! Kitapla ilgisi olmayan mevzuları ne yapıp ne edip kitaba bulaştırmış ve MB ahaline bize saldırıyorlar, bizi taciz ediyorlar diyerek amaçlarına ulaşmışlardır.

Bir sürü insan bu şizofronik ve paranoyak düşüncenin elinde kandırıldıklarının farkında olamamışlardır. En basiti "Lösev vakıf" başkanına kızdıkları için lösemeli hastalara yapılacak yardımdan vaz geçen zihniyeti alkışlayan insanları gördükçe şaşırıyorum! Ayıptır günahtır belki aramızda lösemi hastalığı veya hastası olanlar vardır; onları önce sevindirip sonra üzmeye değer mi?

Sonraki yazımda K.K ile başlayan it dalaşını A-Z ye kadar tek tek yazacağım. Okumadan konuyla ilgili ahkam kesenleri de unutmayacağım!!!
Okuma zahmetinde bulunan dostlarıma (!) teşekkür ederim saygılarımla...

18 Haziran 2010 Cuma

MB. Mahkemesi!

Şikâyetçi tarafta oturan “(Binbirsurat) ” ve eşrafı!
Sanık koltuğunda oturan ise hakkını korumaya çalışan esas adam!
Şikâyetçi sürekli; “Bana saldırı var, bana taciz var, ben suçsuzum” diyordu.
Şikâyetçinin, yirmi kadar olan avukatlarından biri; sanık tarafından müvekkillerinin nasıl sıkıştırıldığını, müvekkillerinin MB ta başka ad ve isimlerle, porno ağırlıklı cinsel konular yazmasının bu konuyla bağlantısını anlamadıklarını söylüyordu.


Bir diğeri ise müvekkilinin bir yılda devlete 70 bin liradan daha fazla vergi vermediğini, bunun bir dil sürçmesi olduğunu, yanlış anlaşıldığını söylüyordu.

Bir diğer avukat ise müvekkillerinin belediye yardımlarıyla geçinen bir gariban olduğunu anlatıyordu. Geçen kış 40 torba kömür iki çuval un ve bir teneke ay çiçeği yağı aldığını gösterir belediyenin zabıt tutanağını sunuyordu.

Bir diğer avukat ise müvekkilinin geçmişte: Öğretim Görevlisi, Endüstri Yönetmeni, Denetim Uzmanı, Mali İşler Müdürü, Endüstri Genel Müdürü ve Yönetim Danışmanı sıfatları ile 20 sektörde Yönetici, Danışman ve Düzenleyici sorumluluklarını icra etmiş saygın biri olduğunu methediyordu.

Hâkim araya girerek “ama sizden önceki avukat onun çok fakir olduğunu, belediye yardımları ile geçindiğini söylemişti” dedi.

Aynı avukat doğrudur hâkim bey. Ancak malumunuz geçen sene büyük bir felaket oldu, sel bütün birikimleri sildi süpürdü. Müvekkilimiz şimdi çok zor durumda...

Hâkim: Anlaşıldı Allah bu kişinin sadece malını değil, aklını da silip süpürmüş. Yoksa tecrübelerinden bir kitap yazsa köşeyi dönerdi değil mi?

Avukat: Tamam işte hâkim bey esas konu o; müvekkilim bir kitap bastı sanık bunu hazmedemiyor ve bu yüzden saldırıyor...

Bu arada sanık, kocaman dişleri ile avukata ve mağdura sessizce diş gösteriyordu “Hırrr”

Efendim müvekkilimiz mali krizde olduğu için tek başına bir kitap yayınlaması çok zordu. Bu yüzden kendine bir ortak aradı ve buldu. Birlikte bir kitap çıkardılar aha da işte....
Kitap hâkime sunulur.

Hâkim kitabı inceler...

Sonra yorumunu yapar; kitap acemice hazırlanmış; öncelikle kitabın adı yanlış; A.S Öyküler” de ne demek, Trakya'dan yok mu? Ayrıca bir kitabın yazarı olarak, o kitapta yazısı olan her yazarın ismi yazılır kapağa. Var olan kitabın kapağında ise bu işi asıl düzenleyen kişinin ismi solda yazılmalıydı bence. Ama askeri belgeler gibi sağa yazılmış. Ama askeri belgelerde isimler altta yer alır. Bence kitapta yazısı olan bütün yazarların ismi yazılmalıydı kitabın kapağına. Bu durumuyla kitabı sanki iki yazar yazmış gibi görünüyor. “Sanki bu işte bir domuzluk var gibi:)”

Hâkim devam ediyor; mesele şimdi anlaşılıyor müvekkilinizin “Sel” den dolayı tek başına bir kitap yayınlayamayacağı için bu yola başvurmuştur. Dolayısı ile milletin hak aramasını siz saldırı olarak niteliyorsunuz.

Tüm avukatlar bir anda kendi aralarında konuşmaya başlıyorlar. Diğerleri en son konuşan avukata “Dilini Tutan Kurtulur” sen bi dilini tutamadın!! Şimdi kitabı ortaya sunmanın zamanımıydı?

Hâkim esas adama döner senin söyleyeceğin veya sunacağın bir delilin varmı der.
Esas adam bir belge sunar hâkime. Belgede, şikâyetçinin her zamanki gibi adı yine baş sayfada yazılıdır! Ama son sözü Ruh ve Sinir Hastalıkları Baş Hekimi DR. A.V söylemiştir...