13 Temmuz 2010 Salı

Bizim Kitabımız!



Sevdiğine kavuşmak isteyen çılgın bir aşık gibi hızlı adımlarla aradığım kitapevine doğru yürüyordum. Gözlüklerim, boynuma asılı küçük bir salıncak gibi bir sağa, bir sola, savruluyordu. Alnımdaki küçük damlacıklar hızlı yürüdüğüm için gözlüklerime nazire edercesine; yağmur damlacıkları gibi şıp şıp damlıyordu. Bazen uzun saçlı gençlerin, saçlarını geriye doğru attırması gibi, bende olmayan saçlarımı yana doğru attırarak alnımdaki damlacıkların havada dans edişini seyrediyordum…

Sanki cebimdeki sihirli anahtarın üzerindeki inciye dokunmuş, bütün dünyayı dondurmuştum! Sadece benim ayak seslerim ve alnımdan aşağıya düşen ter damlalarının çıkardığı cam kırığı sesleri vardı! Kolay değil tabi ilk defa yazar sıfatı ile bir kitapevine koşturarak gidiyordum! Hiç aklımızda yokken, piyangodan çıkmış gibi olmuştu bu yazarlık işi! Nihayet aradığım kitapevini gördüm. Bütün heybetimle kitapevinden içeriye adeta yuvarlandım…

“Buyurun beyefendi” dediler.

Eh buyuralım bakalım…

Sanki kitap evindeki kitapların yarısını ben yazmış gibi havalara girmiştim. Entelektüel bir görüntü vererek stantların arasında gezinmeye başladım. Gözlüklerimi gözüme takıp yalandan kitaplara bakarken bir yandan en son yayımlanan kitapların bulunduğu stantlara göz gezdiriyordum.

Adım adım tüm rafları ve ara stantları gezdim bizim kitabımıza rastlamadım… Alt kata indim promosyonlu kitapların arasında bile aradım ama nafile bulamıyordum aradığımı! Bu defa ikinci kata çıktım burada da CD,DVD filan satılıyordu tekrar aşağı indim. Önce "adım" "adımdı," şimdi “karış” “karış” dolaştım, yine bulamadım ortak kitabımızı! Arkadaşlar haklı dedim; galiba tuttu bu kitap işi! Bizim kitabımız "yok" satıyor olmalı!

Sonunda bulamayacağımı anlayınca tezgahtar kıza; “Anadolu’dan Öyküler adlı bir kitap arıyorum” dedim. “Hemen bakalım beyefendi” dedi tezgahtar kız. Bilgisayardan kısa bir arama yaptı ve “Anadolu’dan Seçme Öyküler adlı kitap var aradığınız bu olabilir mi?” Dedi.

-Yazarı kimmiş” dedim! “Y.A ve K.K” (!) diye cevap verdi tezgahtar kız.

(Garip bir şekilde, kanımın çekildiğini hissettim. Aslında “MB. yazarlarının ortak kitabı” demeli ve ya otuz üç yazarın adını söylemeliydi tezgahtar kız! Bütün havam söndü tabi… oysa az önce kurduğum hayallerde bu tezgahtar kıza; "ben bu kitabın yazarlarından biriyim" deyip, kitabın birini imzalayıp vermiştim bile! Hemen hayalimin içinden hediye ettiğim o kitabı geri aldım. Gıcık kaptım şimdi ben bu tezgahtar kıza canım!

Saçları bakımsız hatta kafasında yüzünde sivilceler vardı! Ayakkabıları boyasız, tişörtü yıkanınca çekmiş gibi göbeği görünüyordu. Taktım kardeşim şimdi ben bu tezgahtar kıza; kör müsün kardeşim, baksana kitabın dördüncü beşinci sayfasına!!! Tam otuz üç tane MB yazarının yazılarından oluşmuş bu kitap. Sen nasıl bana, sorduğumda, sadece iki kişinin ismini söylersin?)

-“Evet aradığım kitap o” dedim…

“A.S.Öyküler” adlı kitabı; defalarca baktığım rafta, başka kitapların arasına sinmiş bukalemun gibi renk değiştirirken bulduk! Şu ana kadar hiçbir kitap benden böyle gizlenmemişti!

Satıcı kız, tek kalmış kitabımızı raftan alıp, elime düşük yapmış bir kadının cansız bebeği gibi tutuşturdu! Kitabı elime aldığım o’ andan itibaren bir soğukluk oldu bende. Oysa tam tersi duygularla gelmiş, kitabı buluncaya kadar kan ter içinde kalmıştım… zaten kitabın başlığını daha önce tartışmış, kendimi bu olumsuz düşüncenin mahsulüne alıştırmıştım!…

-Kitabın kapağında; “A.S.Öyküler” Hemen altında, Y.A ve K.K yazıyordu…

-Bismillahirrahmanirrahim (!) diyerek kapağı açtım ve “yeni” sayfada yine aynısı yazıyordu: “A.S.Öyküler” Hemen altında, Y.A ve K.K yazıyordu…

-Sayfayı tekrar çevirdiğimde, bu kez sağ tarafta “Yeni sayfada “A.S.ÖYKÜLER” … sol tarafta ise isimler mail adresleri ile birlikte yazıyordu.

Yayına hazırlayan: Y.A. (yurdagülalkann@hotmail.com)- Yayın Danışmanı: K.K (kadrikanpak@hotmail.com ) vardı…

-Çevirdiğim dördüncü sayfanın başında “Ön Söz” ve yine içinde Önce Y.A ve sonra K.K vardı!

K.K ın çok methettiği ön söz’ü; defalarca okudum ama maalesef hiçbir şey anlamadım… tabii ki suç onda değil, benim algılama şeysimden kaynaklanıyor! Şöyle diyor yazar “ön söz” de:

-Anadolu Anadolu dünya arazisinin en ortasındaki parsel… (Öyledir herhalde birileri ölçmüş olmalı.)

-Anadolu Anadolu yer kürenin ortasında nazarlık gibi duran bir yarımada…( Ben, daha çok, gelmiş geçmiş kavimlerin mezarlığına benzetiyorum!)

-Anadolu Anadolu dünya tarihinin en eski yerleşimlerinin bulunduğu derinlik. (Bende onun için mezarlığa benzettim ya )

:))

-Yaşanmışlıkların en temel izi Anadolu’da üreyen lezzetler…

(Hayda, dünyanın ortasındaki parsel, en güzel yarımada, dünya tarihinin en eski ev sahibi ve üreyen lezzetler… ne bu keklik mi? Bıldırcın mı? Yaban kazımı üresin be kardeşim… he he he şaka yapıyor olmalı arkadaş…lezzet ürer mi yahu, kümes hayvanı mı bu? Şaka tabi bu benim algılama şeysimden kaynaklanıyor :)) )

-Anadolu Anadolu yaşanmışlıkların hatırası olan öyküler, öyküler… (Yok yalan vallahi benim öyküm Trakya’da geçiyor:)). Hem Anadolu’ya ben bir kez gittim. Askerdim yani işte o zaman gittimdi!)

-İşte bu Anadolu’da teknolojiden sonra üreyen M.B'ta yazılan öykülerden seçme 50 öyküyü size kağıtla mürekkeple sunuyoruz.

( Bu cümleden bir şey anladıysam Arap olayım. Araplar hiç gücenmesin isterlerse onlar da beyaz olsun. Efendim ne demek teknolojiden sonra üreyen? Teknolojiden önce Anadolu’da hiç öykü ürememiş mi?(yazılmamış mı?) İnsanları tavuk gibi, kaz gibi, ikide bir ürüyor diyerek benzetilme yapılması hiç yakışık bulmamış. Kağıt nerede, mürekkep nerede? Klavye var artık, teknoloji var!!! Bir kere bu 50 öykü Milliyet Blogta yazılan öykülerden seçilmemiştir! Şayet öyle olsaydı belkide bir çoğumuzun gönderdiği öykünün mesamesi bile okunmazdı! Şöyle yazılabilinirdi mesela; Lösemili çocuklara yardım maksadıyla bastırılacak kitap için gönderilen 93 adet öykünün içinden kafamıza göre 50 adet öyküyü seçtik; yardım dernekleri bize yardımcı olmayınca (!) biz de kimseye danışmadan kendimizi MB sözcüsü gibi görüp bu öyküleri kitaplaştırmaya karar verdik! Zaten parayı da biz verdiğimize göre vs vs…! İşte o zaman alkışlardım sizi)

-Bu sunumun da kısa öyküsü; hayır kurumu için başlanan bu çalışma iki hayır kurumundan gereken ilgiyi görmediği için “madem başlandı o zaman bitirilmeli” diyen Y.A’ın özverili çabasına verdiğim desteğin ve ikinci Adam Yayınevi’nin emeklerinin ürünü olarak size ulaşmıştır.

Her bir öyküyü hissetme tadında okumanız umuduyla…

K.K

Efendim söz konusu iki hayır kurumlarının verdikleri cevapları yazılı ve imzalı olarak MB‘a sunulması gerekirdi. Ayrıca hayır kurumlarının istediği belgelerin neler olduğu iyi anlatılmalıydı. Noterden istenilen evraklar ise zor olmasa gerek! Ayrıca yayın danışmanı bu engelleri aşmalıydı.

Neyse ön söz’ü geçtik ve sayfayı tekrar çevirdik….

Geldik içindekiler bölümüne;

İlk yazı, Y.A İkinci yazı, Y.A Üçüncü yazı, Y.A Dördüncü yazı, Y.A Beşinci yazı, Y.A Altıncı yazı, Y.A Yedinci yazı, Y.A Hani her yazar üç tane yazı göndermişti? Y.A özelliği nedir ki kendisinin yedi yazısı yayınlanmıştır? (Diğer yazarların bu noktada hakkını aradığım için buna saldırı ve taciz diyorlar.)

Bu tip sıralı yazımlarda isimler alfabetik sıraya göre yazılırsa insanlar bunun altında bir şey aramaz!

Bu hesaba göre;

23 yazarın 1 yazısı: 7 yazarın 2 yazısı: 2 yazarın 3 yazısı: 1 yazarın 7 yazısı yayımlanmıştır!

23 yazar yayımlanan 1 yazısı için 250 TL: 7 yazar yayımlanan 2 şer yazısı için 500 TL: 2 yazar yayımlanan 3 yazısı için 750 TL: 1 yazar ise yayımlanan 7 yazısı için 1750 TL telif ücreti alacaktır. “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” Milliyet Blog yazarlarının ortak kitabında (!) çok adilane bir paylaşım olmuş doğrusu! Arkadaşları bu engin düşünce ve vicdani matematikleri için alkışlıyorum….

Sonraki yazı K.K ait! (Bal tutan parmağını yalar)

Sayın Y.A alfabetik sıraya göre hesapladığımızda yirmi sekizinci sırada olması gerekirdi! Tabi her harften başlayan bir yazar adı olmadığı… fakat aynı harften birkaç yazar olduğunu düşünürsek; Y.A mevcut yazar sıralamasında 32 sırayı alacaktı! Ne düşündüğünü bilemiyorum ama muhtemelen, her zamanki gibi kendi inisiyatifini MB ortak değerlerinden üstün kılarak bu kararı aldığı görülüyor!

Tabi ki ekibin parçası K.K ta aynı yolu izleyerek kendinden önceki 13 kişinin önüne geçerek ikinci sıraya adını yazdırmıştı!
İçindekiler listesinin olması gereken sıralaması, böyle olmalıydı:

1. Ali Açıkgöz 2. Ata Kemal Şahin 3. Ayten Dirier 4. Cansın Erol 5. Emel Yeşilkayalı 6. Erol Işık 7. Fahrettin Çitil 8. Fatma İyibilgin 9. Gülgün Karaoğlu
10. Hakkı Uysal 11. Hülya Gülcek 12. H.Hüseyin Dulun 13. Işık Kaplan 14. K.K 15. Melek Çoruh 16. Meral yağcıoğlu 17. Naile Aslan 18. Nilgün Akad
19. Nilüfer Veldet 20. Nurhan Şahin 21. Recai Şahin 22. Ruksan İldan 23. Sabiha Rana 24. Selma Taşdelen 25. Sema Öztürk 26. Sema Topçu 27. Sevilay Gülcek 28. Sibel Umur Özdemir 29. Talip Girgin 30. Turgut Erbek 31. Tülin Aksoy 32. Y.A 33. Zuhal Voigt

Böyle bir liste ve her isimin en az iki öyküsü yayımlanmalı ve eşitlik sağlanmalıydı. Elli yazıya neden bağlı kalınmıştır anlaşılır gibi değil. İllaki elli yazı olması gerekiyorsa idi; daha on yedi yazarımızdan birer yazı isteyebilirdik değil mi?


1- Y.A- 7 yazı
2- K.K- 1 yazı
3- Ata Kemal Şahin- 3 yazı
4-Erol Işık- 3 yazı

Bu şekilde başlayan bir sıralamanın hiçbir haklı ve tutarlı gerekçesi yoktur. Tamamen kibir, görün benlik, kendini beğenmişlik vardır. Çok yazıdan az yazıya doğru desek bile; K.K bir yazı ile ikinci sırada olması bu sav'ı çürütüyor. Kaldı ki böyle demeye kimsenin hakkı yok. Herkesin eşit sayıda öyküsü olmalı ve alfabatik sıraya göre liste yapılmalıydı. Adil olanı buydu! Eşitsizlik tüm yazarlar arasında söz konusu. Bunun nedenini daha önce sorduğum halde sorumlulardan alamamış olmam çok enteresan…

Bir çok yayınevi yayımladığı kitabın en az 25-50 adedini yazarına, yakınlarına dağıtsın diye verir. Gülgün Hanımın dediği gibi, kitapta öyküsü bulunan yazarlara birer tane kitap göndermek iyi bir jest olabilirdi.

Günlerce M.B kitabın reklamı yapıldı ve tartışıldı…

“Lösev Vakfı” işi olmadı… “Tema” işi olmadı…(İyi ki de olmamış rezil olurduk! Hikâyelerin orman ve ağaçlarla hiçbir alakası yok çünkü) M.B yöneticileri bu talebi hangi gerekçe ile kabul etmediler bu da anlaşılır değil. En azından sonraki oluşumlar için örnek bir açıklama olurdu.

İllâki kitabı bastırma ısrarı niye? “Madem başlandı öyleyse bitirilmeli” demek ne kadar doğru? Bizler bu öykülerimizi siz kendinizi tatmin edesiniz diye göndermedik ki! Bize sormanız gerekmiyor muydu?

Hadi diyelim tüm bunlar acemilik, yardım kuruluşlarından gerekli ilgiyi bulamadınız ve kendiniz böyle bir kitap yapmaya karar verdiniz. Kitabın kapağının nasıl olması gerektiği konusunu sormadınız, kitabın isminin ne olacağı konusunu tartışmaya açmadınız, önsöz’ün, MB yazılarını ve yazarlarını temsil edip etmediğini tartışmaya açmadınız, kitabın arka sayfasına, kendinize ait bir kitapmış gibi kişisel hikâyenizden bir bölüm sundunuz…Hepsine eyvallah!!!

Günlerdir MB sayfalarını işgal ederek, olumlu olumsuz düşüncelerinizin yanında kitabın adını ön plana çıkararak gündemde tutmaya çalıştınız. Kitapta öyküsü olan veya olmayan insanlara hitap ettiniz, davet ettiniz…Her fırsatta MB yöneticilerine baş vurarak şikayetlerinizi ve memnuniyetliğinizi (!) bildirdiniz!

Sizi okuyan veya okumak zorunda kalan blog arkadaşlarınıza, size bu imkanı sağlayan MB yöneticilerine, kitabınızı tanıtan, satan, basımını yapan “İkinci Adam yayınları” çalışanlarına, yorumla destekleyenlere, canı gönülden bir “TEŞEKKÜR” edemez miydiniz?

Nerede Teşekkür yazısı?

Sayın Y.A; kitabın önü K.K nın, arkası sizin! Arada biz diğer yazarları sıkıştırarak sandviç yaptınız! Keşke kendi kitabınızı yapmış olsaydınız…

Polemik işte böyle bir şeydir…günlerce haksız olarak yazdınız çizdiniz, gerçekleri öğrendikçe yazdıklarınızdan rahatsız olup sildiniz! Ama hiç pes etmediniz…

Lösemili çocuklardan özür diliyorum, bir ağrı kesicilerini almaya bile faydamız dokunmadı! Oysa telif haklarını öykü başına paylaştıran zati muhteremler…parayı bir hesapta toplayıp, Özel bir gece( tanışma ve sohbet gecesi) düzenleyerek MB yazarları adına Lösev dernek başkanına takdim edebilirlerdi!

Bunun için bir engel var mıydı danışman efendi?

Kitap benim gözümde şimdi daha da negatiftir…

Kitabın satışından elde edilecek telif haklarını, yukarıda söylediğim gibi, yapılacak özel bir toplantı ve tanışma gecesinde yine” Lösev vakfı” başkanına nakit olarak takdim etmeyi teklif ediyorum.

Aksi taktirde; Kitabın "yok" satması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir o kitap "Lösev vakfı" için niyet edilmiş ve bir şekilde geliri o hastalara verilmelidir. Bizler bu amaçla öykülerimizi göndermiştik!!! Ancak kitap, benim gözümde bu şekilde pozitif bir değer kazanmış olur… Kitap satışlarının iyi olduğunu söyleyen muhteremler "Hayır" işlemekten vaz geçip işi ticarete dökmüş görünüyorlar! Hiç hayırdan hasenattan bahseden yok, başkalarının yazılarından oluşan bir kitabı yapmak o kadar zor değil! Benim, Allah rahmet eylesin (!) sevgili "Orhan Uyanık" ağabeyim "Benim cennetim İğneada" adlı eserini tam 13 senede yayınlayabildi... siz hazır yazılar için dört ay uğraşmışsınız diye nerdeyse sırtınızda taş taşıdığınızı söyleyeceksiniz!

Her aklı başında bir insan, bu kitabı eline aldığı anda; gurur, kibir,kendini beğenmişliğin en üst safhasında olduğunu görebilir!

Saçma sapan bir isim ve kapak dizaynı, saçma sapan bir ön söz, saçma bir arka kapak yazısı. MB temsil etmeyen kişisel düşünceler. Kitabın başlığını ve önsöz'ünü yapan kişi, kendi kitabını yapıyormuşcasına emek vermiş ama sosyallikten eser yok! Kitabın finansörü; verdiği parayı kurtarma telaşı içinde! Kankisi ile birlikte polemik yazıları ile kitap tanıtımı yapmakta olduklarını alenen beyan etmişlerdir (!) hiç alakası olmayan yorum ve yazılarda kitabı anmak için hayali insanlarla polemik içindeler. Yazar dediğin ağır olur, böyle ucuz numaralar ile kitap pazarlanmaz! (Saldırı, taciz gönül hoşluğu) aklımda kalan bunlar:))

Durduk yere kendilerine düşman icat edip onun üzerine blog ve yorumlar ile kitabın güncelliğini korumaya çalışıyorlar...
K.K kendi problemlerinden kurtulmak, kendi yanlışlarını örtbas etmek, kendine yardımcı bulmak için Y.A kullanmaktan çekinmemiştir! Kitapla ilgisi olmayan mevzuları ne yapıp ne edip kitaba bulaştırmış ve MB ahaline bize saldırıyorlar, bizi taciz ediyorlar diyerek amaçlarına ulaşmışlardır.

Bir sürü insan bu şizofronik ve paranoyak düşüncenin elinde kandırıldıklarının farkında olamamışlardır. En basiti "Lösev vakıf" başkanına kızdıkları için lösemeli hastalara yapılacak yardımdan vaz geçen zihniyeti alkışlayan insanları gördükçe şaşırıyorum! Ayıptır günahtır belki aramızda lösemi hastalığı veya hastası olanlar vardır; onları önce sevindirip sonra üzmeye değer mi?

Sonraki yazımda K.K ile başlayan it dalaşını A-Z ye kadar tek tek yazacağım. Okumadan konuyla ilgili ahkam kesenleri de unutmayacağım!!!
Okuma zahmetinde bulunan dostlarıma (!) teşekkür ederim saygılarımla...